Şerh Yorumlayıcı ve Üretici Bir Gelenek midir?

Eklenme Tarihi: 29 Haziran 2014 | Güncelleme Tarihi: 08 Ocak 2017

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin YAŞAR’ın Risale-i Nur’da Şerh Çalıştayı tebliğidir.

GİRİŞ

Mevcudat içinde insanın yerini belirleyen, diğer yaratıklardan onu üstün kılan temel özelliğinin düşünme, tahayyül, tasavvur ve fikretme olduğu açıktır. Ancak onun tefekkürü konuşması yoluyla dış dünyaya, yani muhataplarına ulaşmadığında düşüncesinin sınırlı kalacağı, lal engeli yaşayanlardan anlaşılmaktadır. Bundan dolayı konuşma kabiliyeti dolaysıyla dil, insanı insan yapan vasıfların başında gelir. Onun duygularını düşüncelerini, isteklerini bütün incelikleriyle açığa vurmasına, kendisi için bir kültür, edebiyat inşa edip maddî ve manevî hayatını sürdürebilmesine imkân verir. Bu gün eğer insanlık için tarihten, edebiyattan, kültürel bir mirastan konu açılıyorsa bunların tamamı insanın konuşmasından ve yazmasından dolayıdır. Seslerin, anlamların zabtı manasına gelen yazı insanlık tarihinin en önemli gelişmesidir.

Sosyolojik açıdan bakınca dil, başka bir ifadeyle beyan toplumu oluşturan, yoğuran ve şekillendiren en önemli bir kurumdur. Dil olmadan insanların birlikte yaşamaları, anlaşabilmelerinden bahsetmek mümkün değildir. O bir topluluğu topluma, millete dönüştürür. Kısaca söylenecek olursa dil, aynı zamanda her yönüyle bir milletin kültürünün aynasıdır. İnsanlığın, medeniyetin en önemli belirtisi ve aracı dil olduğu konusunda hiç şüphe yoktur.

İnsanların farklı konuşmaları, yani farklı dillere sahip olmaları Allah’ın varlığına delil olması üzerinde durulması gereken bir kanıttır. Yaratıcı bir kudretin, gökleri ve yerleri yarattığı ve onlarda derin kevnî mu’cizeleri yarattığı gibi insanların farklı dillere sahip olmalarını da tercih etmiştir. (Rum,30/22) İlk insanın yaratılmasında ona esmayı talim etmesini (Bakara,2/31) insanın yaratılışına edebiyat inşa etmeyi, yani anlam üretmeyi yerleştirmiş olması dikkate şayandır. Diğer canlılarla insanların hançerelerinden doğan sesleri karşılaştırdığımızda insanların şiir ve edebiyat üretmelerinin yanında müzik yapabilme yeteneklerini de ilave ettiğimizde farklı tür ve tarzlarda sanat üretimi insana has kılınmış temel bir özelliktir. Dinî iletişimin aracı dildir. Dil olmadan ilahî hikmetlerin, manevî mesajların inananlara ulaşmasının başka bir vasıtası ne oldurdu bilmiyoruz.

Başka bir açıdan bakıldığında dil veya diller toplumlar için ayna mesabesindedir. Pek çok özellikleri, yaşayışı, gelenekleri, dünya görüşünü hayat felsefesini, inançları teknik ve sanata katkıları dil ya da diller üzerinden okuyup anlayabiliriz. Bundan dolayı ister tek bir dili, isterse tüm dilleri ele alalım tek bir dilin kendisi için kuralları olduğu gibi, tümünü kaplayan ortak kurallar da vardır. Ancak unutulmaması gereken olgu dil insanın ilahî bir kabiliyetle ortaya koyduğu ürünüdür, kendini anlatmak için etkili bir aktivitedir. İnsanı dil olgusundan, dili de insan varlığından ayrı düşünme hakkına sahip değiliz. Bundan dolayı dil insanlıkla birlikte var olmuştur, insanlıkla birlikte var olmaya ve gelişmeye devam etmektedir.

Bir ayette Cenab-ı Hak “Rahman, insanı yarattı ve ona beyanı öğretti” (Rahman, 55/3-4) buyurmaktadır. Kimi müfessirler, ayetteki "beyan"ın, konuşma kabiliyeti manasına olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Allah Teâlâ insana, konuşmayı ve kendi içinde olan fikirleri ve hisleri başkalarına anlatabilmeyi öğretmiştir. Zira bu sayede insan, diğer canlılardan temayüz etmiş olur. O halde, "O yarattı" ayeti, insanın o özel kalıbını yaratıp takdir etmesine; ''Ona beyanı O öğretti" ayeti de, insanın, ilmi sayesinde başkalarından ayrıldığına bir işaret olur.

ŞERHİN TARİHİ

Konu hakkında bilgi verenler, “şerh yazıyla birlikte var olmuştur, onunla birlikte gelişmiştir” diye düşündüklerini ifade etmek, abartılı olmayacağını söyleyebiliriz. Şerh üzerine kalem oynatanlardan meşhur bir isim Anthony Grafton (Commentary, The Classical Tradition, ed. Anthony Grafton, Glenn W. Most, Salvatore Settis (Cambride, MA and London: Harvard UNiversity, 2010) 225-233) konuyu Eski Mısır ve Eski Yunan’a kadar iddialı olarak götürmektedir. Antik dönem dâhil tarihin her devrinde şerhin varlığını iddia etmek mümkündür. Özellikle dinî metinlerle yüze gelen insanların şerh olgusuna başvurmamaları imkânsızdır, diyebiliriz. Çünkü şerh bir anlama faaliyeti olduğu kadar anlatma faaliyetidir. Dinî metinlerin temel özelliği mesaj yüklü olmalarıdır. Bu metinlerin hem anlaşılması, hem de anlatılması gerekiyordu ki, şerhin arkasındaki sürükleyici güç olsun. İslam öncesi dönemde Eski Ahit ve Yeni Ahit üzerine birinci yüz yıldan itibaren şerhler yazılmaya başlanmıştır. Bu olgu hem Yahudiler, hem de Hıristiyanlar için geçerlidir. Ancak unutulmaması gereken, Yahudi ve Hıristiyan geleneğin de kutsal metinler üzerine tefsirler, şerhler yapılırken eski Yunan geleneğinden de azami derecede yararlanma arzusu kendisini fark ettiriyordu. Roma’nın başkenti yeni Bizans’a taşındığında aynı faaliyet tüm hızıyla Roma Kralı Justinian tarafından 529’da Atina’da felsefe okulunun kapatılmasına kadar tüm hızıyla devam etti. Bu tarihten sonra felsefenin Roma imparatorluğundan kovulmasıyla akılcı alanın şerh faaliyetleri bitmiş olmasına rağmen kutsal metinlerin açıklamaları devam etmiş olmalıdır.

Doğal bilimlerin üreticileri de yeni fikir, düşünce ve bulgularını eski bildiklerine ilave etmek suretiyle şerhe katkı sağlamışlardır. Bundan dolayı şerh Eski Yunanistan’da olduğu gibi Grek ve Roma kültüründe de şârihin olduğu kadar yazarın da derinliğini, özgünlüğünü ve bilgeliğini ölçen edebî bir tür olarak kabul ediliyordu.

Yedinci yüz yılın başında İslam’ın zuhuruyla dünyada her şey değişti. Adeta dünya yeni bir yapılanma yaşadı. Siyaset, ekonomi, ticaret, tarım, endüstri insanla ilgili ne varsa tümü İslam’ın rüzgârıyla külleri savruldu, kendilerine has özlerine dönerek dünya akıl almaz gelişmeler yaşadı. Kur’an tefsiri şerh hadisesine de yeni bir anlam ve yeni şekil getirdi. Müslümanın hayatına yeni bir format vuran Kur’an ile tefsir algı ve anlayışlarını kökünden değiştirdi. Kur’an tefsirinden cesaret alan İslam filozofları Antik devirden kalan doğal bilimlerin, ağır felsefî metinlerin yorumlarını ele alarak dünya kültürüne emanet ettiler. Aklı başında pek çok bilim insanın belirttiği gibi eğer İslam aklının bilim sevgisi olmasaydı deneysel bilimlerin, felsefe geleneğinin dünya kültür ve bilim dünyasına ulaştırılmasının yolu kapanmış olacaktı. Antik eserler ister dinî, ister felsefî isterse tabiî bilimlere ait olsun anlaşılmak amacıyla şerhe tabi tutuldular.

KAVRAMLAR

Kavramların açıklanması, anlatmak istediğimiz meseleyi hangi çerçevede ve hangi yönde ele aldığımızı göstermek bakımından mühim olduğunu söylemek gerekir. Kur’an’a has bir açıklama yöntemi, faaliyeti olarak tefsir ıstılahına öncelik tanımak gerekir. Diğer ıstılahların tefsire göre tanımlandığı söylenebilir. Kutsal metinleri her zaman tefekkür ve zihinsel faaliyetin merkezi konumunu oluşturmuşlardır. Daha sonra da şerh terimini en sona bırakma kaydıyla diğer terimlere göz atabiliriz.

Tefsir

Terimin sözlük açısından kökünü ister fesr, isterse sefr kökünden alalım açıklamak, beyan etmek anlamına geldiği görülecektir. Temel İslam bilimlerinin bir alanı olarak tefsir ıstılahının anlamı Allah’ın Kur’an’daki muradını beşeri bir faaliyet olarak anlamak ve açıklamaktır. Diğer bilimlerde olduğu gibi tefsir için de birbirine yakın farklı tarifler yapılmıştır.

Te’vil

Sözlük anlamı itibarıyla dönmek anlamına gelen evl kökünden gelen, ancak kalıp olarak tefsir gibi tef’il babından kullanıldığı için döndürmek anlamını ifade eden bir terimdir. Terim olarak te’vîl, sözü lafız manasından alarak bir gerekçeden dolayı kendisinden önceki ve sonraki ayetlerin anlamlarına ters düşmeyecek bir anlamla, yorumla İslam’ın temel verilerine ters olmayan bir mana ile açıklamak demektir.

Haşiye

Arapça bir kelime olan haşv’in anlamı genç deve, elbisenin bir parçası, kenarı, yan kenar, gereğinden fazla söylenen söz, sayfa kenarına yazı yazmak, not almak, yorum yazmak anlamlarına gelmektedir. Diğer terimlerde olduğu gibi bu ıstılahta da farklı anlamlar yüklenmişse de kitapların açıklanması gereken yerlerinde sayfa kenarlarına yazılan açıklayıcı notlar, ya da dipnot, derkenar anlamlarını ifade etmektedir. Başka bir ifade ile metin zorluğu, kapalılığı bulunan bir kitaba, vuzuha kavuşturmak için uygun yerine yazılan değerlendirme, açıklama, ikmal edici bilgilere ya da özel manada bir metin için yazılan açıklayıcı, tamamlayıcı kitaplara haşiye denir.

Ta’lik

Alak kökünden gelen, sözlük olarak asılı olmak ilişmek, yapışmak anlamlarına gelmekle birlikte yine tefsir ve te’vîlde olduğu gibi tef’îl babından iliştirme, iliştirilen ve eklenen not anlamına gelmektedir. Istılah manası ise bir metnin ifadelerindeki bazı yerlerin açıklanması, onlara yapılan ilave, tenkit, tashih ve ilave amacıyla yapılan eklerdir. Bu açıklama ve notlar amaç metinle birlikte olduğu gibi, ayrı bir kitap halinde de yazılabilir. Haşiye ile ta’lik arasında çok yakın anlam birliği olmakla birlikte ta’liklerin haşiyeye göre metin miktarı olarak daha az olduğu söylenebilir.

Şerh

Arapça bir isim olan şerhin sözlük manası; eti kesmek, bir şeyi açmak, sözün kapalı olan kısımlarını açıklayıp anlaşılır hale getirmektir. (İbnu Fâris Mu’cemu Mekâyisi’l-Lugati, Beyrut, 1999,1/ 652) Şerhin terim anlamı ise, kapalı bir sözü, metin veya düşünceyi açıklamaya, özel olarak da bir eseri daha geniş bir biçimde açıklanması amacıyla yazılmış kitaplara şerh denmektedir. Bir ilim dalında muhtasar olarak yazılan, onlardaki kapalı ifadeleri açıklayan, eksik bırakılan yerleri tamamlayan, varsa eğer hatalara işaret eden, örnekleri çoğaltan eserlerdir. Sadece muhtasar eserler üzerine şerh yazılmaz, hacimli eserler üzerine de şerhler yazılmıştır. Kütüb-ü Sitte üzerine yapılan şerhler bunun güzel örnekleridir. Şerhler genellikle bir eserin tamamını açıklamak amacıyla kaleme alınır, fakat sadece önemli kısımlarını açıklayan şerhler de bulunmaktadır. Şerh yazarları metin yazarlarından farklı olmakla birlikte bazen metin yazarları da kendi metinlerine şerh yazdığı vakidir. Şekil olarak şerhler arasında farklılıklar bulunmaktadır. Ancak bunlara şerhin anlamını farklılaştırmadığından üzerinde durmak istemiyoruz. Haşiye ile şerh arasında çok ince bir fark bulunmaktadır. Aslında bir birinin anlam bakımından birbirinin aynısı olmakla birlikte, şekil olarak şerh metinleri, haşiye de şerhleri açıklamak için yazılmışlardır. Genel anlamda şerhlerin üzerine yapılan açıklama, eleştiri ve ilave tarzı notlardan oluşan eserlere haşiye, haşiyeye dair yazılan notlara ise ta’lik adı verilmiştir.

İSLAMî DÖNEMDE ŞERHİN TARİHİ:

İslam öncesi şerh faaliyetlerinin her toplumda bulunduğunu biraz önce beyan etmiştik. Ancak İslami devrin erken zamanlarında, hatta Hz. Peygamber Efendimizin bizzat kendisinin şerh faaliyetlerinde bulunmasıyla başladığını kabul etmek gerekir. Kur’an vahyinin muhataplarının zaman zaman Hz. Peygambere (as) sual sormaları, Onun da bunlara vahiy diliyle yahut da kendi lafzıyla açıklamalar yapması, her ne kadar tefsir alanın bir konusu olsa da özü itibariyle açıklama olduğundan şerhin ilk örnekleri olarak kabul etmek gerekir. Ancak yaygınlık kazanarak bir yöntem haline gelmesi Memlükler ve Osmanlılar dönemleri olduğu kabul edilmektedir.

İslam kültür geleneğinde zengin bir çeşitliği oluşturan şerh geleneği Arap dili ve edebiyatı alanında olduğu gibi, temel İslam bilimlerinin, başta tefsir, hadis olmakla birlikte hepsinde en geniş bir şekilde kendini göstermiştir. Arap gramerinin temel kitabı olan Sibeveyh’in el-Kitab adındaki eserine yazılan şerhlerin çokluğu bilinmektedir. Arap dili bilim alanının farklı türlerdeki çalışmalarına yazılan şerhlerin örnekleri ve miktarlarının da çokluğu dikkati çekmektedir.

Felsefe ve tasavvuf konularında yapılan yoğun şerh çalışmaları, hem İslam dünyası için, hem de dünya kültür mirası için göz ardı edilmeyecek kadar önemlidir.

Kur’an’ın şerhi anlamına geldiğini ifade etmek mümkün olsa da kendi özel alanındaki terimlerin açıklanmasında belirtildiği gibi, tefsir olarak tesmiye edilen Kur’an yorumu ve açıklamaları da şerhten azade kalamamışlardır. Hem tefsirler, hem de Ulumu’l-Kur’an ismini alan eserler ve kıraat kitapları buna dâhildir. Tefsir çalışmalarının açıklanması konusunda hatırı sayılır şerhler bulunmaktadır.

İslamî bilginin Kur’an’dan sonra ikinci temel kaynağı olan hadis alanı şerhin en işlevsel olduğu alanlardan biridir. Hadis ilimlerinde teknik bir terim olan şerh, bir hadisin veya bir hadis kitabında yer alan rivayetlerin kelime ve kavramlarını açıklamak, anlaşılır hale getirmek, anlaşılması zor olan yerlerini izah etmek, cümle yapısını belirlemek, hadisten çıkacak hükümleri beyan etmek gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bu yönüyle bakıldığında şerh hadis alanında erken dönemden itibaren ortaya çıkmış tüm zamanlar boyunca da varlığını devam ettirmiş ve ettirmekte olan bir faaliyettir.

Dinî literatürümüzde şerhin çok yaygın olduğu ilim dallarından biri de fıkıhtır. Bir fıkıh eserini başka bir fıkıh eserinin oluştuğu zeminde yazma faaliyetine ve bu faaliyet sonucunda orta çıkan çalışmaya şerh denilmiştir. Fıkhî geleneğimizde görünüşte şerhler metinler, haşiyeler üzerine de şerhler kaleme alındığı görülmektedir. Şerhlerin işlevlerinden söz etmeğe gerek duymuyoruz. Ancak tedavülde olan Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında en az Hanbelî mezhebinde şerh yazılmış olması onların lafızlar üzerindeki muhafazakârlığından kaynaklandığını tahmin etmek zor değildir.

Akait, gelişmiş bir disiplin olarak Kelam, inanılması gereken temel prensipleri ihtiva etmesi, açıklaması hatta münkirlere karşı savunmasıyla bilinmektedir. Temel İslam bilimleri içinde dinin özünü, imanın konu denmesi inkârcılara karşı savunması bakımından ihtiyacı unutulmaması gerekir. Tabiin devrinden beri akait kitapları yazılmaya başlanmış, Fıkh-ı Ekber gibi, daha sonraları da bu temel eserlerin üzerine açıklayıcı şerhler kaleme ele alınmıştır. İhtiyaca göre ihtisarı yapılan, şiirleştirilen sonra tekrar şerh edilen çalışmaların miktarı oldukça çoktur.

Edebiyat alanı da şerhin çok yaygın olduğu disiplinlerden biridir. Her dilde edebî metinlerin yorumlanması, hem de her türünün, çok sık başvurulan bir realitedir. Mesela, Yunus Emre’nin şiirleri Mevlana’nın Mesnevîsi üzerine yapılan şerhler kıymeti herkesin takdirine mazhar olmuştur. Günümüz edebiyatının da hem analiz hem de şerhler kabilinden örnekleri yeterince bulunmaktadır.

ŞERHİN GEREKÇESİ

Şerhe ihtiyaç duyulmasının sebepleri bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi metin yazarının zihinsel yapısının her şeyi kapsayıp konu ile ilgili ihtiyaç duyulan, bilinmesi gereken tüm meseleleri yerli yerince anlaşılır bir tarzda anlatmaması veya anlatamamasıdır. Diğer bir önemli nokta bir kişinin tüm bilim alanlarında mutlak anlamda mahir olamadığından anlatımında başka bilim alanlarına girmesi ve onları da muhtasar ya da işareten geçmesidir. Diğer bir mühim mesele de metin yazarının anlatım üslubudur. Metinde edebî sanatlara, mecaz veya istiareli ifadelere, veciz işaretlere yer vermesi konunun herkes tarafından açıkça anlaşılmasını zorlaştırılmaktadır. Bunlara benzer pek çok sebep şerh yazılmasına ihtiyaç göstermektedir.

Bu gerekçelerle birlikte asıl üzerinde durulması gereken önemli noktalara şunları da ilave edebiliriz. Metinler sözlü beyanlar ise, bu beyanların zamanı, mekânı, muhatabı ve anlatım tekniği bulunmaktadır. Hiçbir metin bu şartlardan müstağni değildir. Asıl üzerinde durulması gereken nokta bu şartlar sabit, donuk şartlar değildir. Dünyanın küresel bir sürece girmesinden sonra hızlı iletişim süreciyle beyanın zemini ve zamanı daha hızlı değişir olmuştur. Amaç metinlerin, eğer onlar iman dersi gibi her zaman insanların ihtiyacı olan metinler ise değişen şartlar içersinde onlara yeni açıklamaların mutlaka getirilmesi, yani açıklama teknikleri olan şerh, haşiye ve talik gibi benzer çalışmaların yapılması gerekmektedir.

Her bilimsel yöntemde olduğu gibi şerh yönteminin de zayıf yönlerinin olduğu bilinmektedir. Metin yazarlılığının azalıp fikir durgunluğunun başladığı, toplumun hayattan, üretimden kopup zihinsel durgunluğun başladığı zamanların ürünü olarak kabul edildiği söylenilse de bütünüyle böyle kabul etmek doğru değildir. Ayrıca teknik olarak lafızcılığa, fazla tekrara sebep olduğu tenkitleri de yapılmaktadır. Bu itirazların da haklı yönleri olmakla birlikte insanlar zaman içersinde açıklamaya ihtiyaç duyar hale gelmişlerdir, geleceklerdir. Onların bu ihtiyaçları mutlaka karşılanmalıdır.

RİSALE-İ NUR ÖLÇEĞİNDE ŞERH:

Üstad Bediüzzaman tarafından bir ömür boyu ele alınan eserlerin ortak adı olarak külliyata baktığımızda geçmiş yüz yılın kalıcı en iyi çalışması olduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Özellikle cemaat oluşturan, dünyanın pek çok dillerine çevrilme ihtiyacı duyulan eserlerin yoğun bir anlaşılma talebi ile karşı karşıya kaldığı bir gerçektir.

Külliyatın kompoze bir yapıya sahip olması, yani başta dil olgusu olmakla birlikte ki, Eski Türkçe, Yeni Türkçe, Arapça, Farsça ve Kürtçe olmak üzere beş farklı dili ilgilendirmektedir. Bir insanın sayılan dillerde uzmanlığı zor olsa gerektir. Ayrıca bu dillerin edebiyatları da söz konusudur.

Diğer taraftan kelamî konular başta olmak kaydıyla temel İslam bilimlerinin her birisi külliyatın mefhum çerçevesinden etkin olarak pay almaktadır. Müellifin kendisinin edebî bir metni anlatmak kastıyla kullandığı şu cümleler dikkatimiz çekmektedir:

“Kelâm-ı beliğ, ilim denilen çömleklerde pişirilen ve hikmet denilen büyük küplerde duran ve fehm denilen süzgeç ile süzülen âb-ı hayata bir manayı zürefa denilen sâkiler döndürüp efkâr içer; esrarda temeşşi etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır.” (Muhâkemât, 82)

Kelam insanı tahrik edecek, motive verecekse bunu üzerinde elbette ki daha çok düşünmek gerekir. Edebî zevkin yanında diğer dinî bilimlerinin derinlemesine bilinmesi, alanın yetkin bir uzmanı olması anlamına gelmektedir.

Sözün kısası, Risale-i Nur’un anlaşılmak, anlatılmak için tüm tarih boyunca ilgi duyulan metinlerde olduğu gibi belli bir yöntemle açıklanması gerektiği söylenebilir. Çünkü yukarıda belirtildiği gibi hızlı bir süreçte, yoğun talepler karşısında olduğumuz yadsınamaz. Ancak bu yöntem tarihsel bir olgu olan asıl metni tahrip edecek, tağyir edecek, mesela sadeleştirme gibi, bir üslup ve metotla kesinlikle olmaz. Çünkü metinler kendi tarihsel şartlarında, mekanlarında ve zamanlarında biriciktirler, reenkarnasyon olmadığına göre tekrar geri dönemeyeceklerdir. Bundan dolayı biz biricik metni bütün titizliğimizle, saygımızla korumamız gerekmektedir.

Ancak tarihi metinleri üzerinde konuşacak olanlar alanın uzmanları olmaları gerekmektedir. Külliyat metinlerini anlayıp yazılı olarak anlatacakların, yani şerh edeceklerin ciddi anlamda uzmanlık tecrübelerine sahip olmaları gerekmektedir.

 

 

- Reklam -