BİR HAREKETİN CEMAATE DÖNÜŞÜNÜN SOSYOLOJİK DURAĞI OLARAK KASTAMONU

Eklenme Tarihi: 24 Temmuz 2015 | Güncelleme Tarihi: 22 Temmuz 2019

İbrahim KAYGUSUZ’un Kastamonu Lahikası Sempozyumu tebliğidir

GİRİŞ

Risale-i Nur hareketi, uzun yıllardır Türkiye’nin ve dünyanın gündemini meşgul eden bir harekettir. Bu hareketin maddi ve manevi temellerini anlamak ve bu hareketin cemaatleşme sürecini bilimsel bağlamda çözümlemek önem arz etmektedir.

Bediüzzaman’ın uzun yıllar boyunca tek başına yürüttüğü hizmeti toplumun ve siyasetin gündemini uzun yıllar meşgul etmiştir.

Bediüzzaman’ın faaliyetlerinin belli bir dönemden sonra bireysellikten cemaatleşmeye doğru evrildiği bir gerçektir. Bu evrilmenin içsel ve dışsal kodlarını çözebilmek için özellikle Yeni Said döneminin mercek altına alınması gerekmektedir.

Barla dönemi bunun için önemli bir safha sayılır. Kastamonu dönemi de bu açıdan farklılaşmanın bir başka safhasıdır. Keza Emirdağ bir başka önemli safhadır. Barla, Kastamonu ve Emirdağ safhaları bu bağlamda mercek altına alındığında “Barla”nın “metin” merkezli, Kastamonu’nun, “cemaat” merkezli, Emirdağ’ın ise “Uygulama” merkezli bir safha olduğu belirgindir.

Biz bu tebliğimizde genel olarak Barla, Kastamonu ve Emirdağ safhalarının ilintilerini özelde de Kastamonu’nun cemaatleşme sürecindeki konumunu anlamaya çalışacağız.

MERKEZDEN MUHİTE UZANAN HİZMET ÇİZGİSİ

Barla hayatının yeni bir safhaya işaret ettiği müellifin kendi beyanlarıdır. Barla dönemine dışarıdan bakan bir gözlemcinin göreceği tablo şudur: mekânsal darlık, iletişimin olabildiğince sınırlılığı ve şartların negatif karakteri.

Buna rağmen, güçlü içeriği ile kendini gösteren, modern çağı doğru okuyan ve küresel zamanların ruhuna hitap eden bir metnin bu şartlar altında üretildiği görülür. Risale-i Nur metinlerinin yüzde sekseni bu ağır şartlar altında yazılmıştır.

Tarihçe-i Hayat’da Barla’daki bu durum şöyle tasvir edilir:

“Bediüzzaman Said Nursî, kendi eliyle risaleleri yazıp teksir edecek derecede bir yazıya malik değildir; yarım ümmîdir. Bunun için kâtiplere süratle söyler ve süratle yazılır… Üstad Bediüzzaman'ın telif ettiği risaleleri, talebeler, elden ele ulaştırmak suretiyle müteadditnüshalaryazarlar, yazılannüshaları müellifine getirirler. Müellif, müstensihlerin yanlışlarını düzeltir (Tarihçe-i Hayat, 2012:202)

Bu dönemde yapılan faaliyetlerin etki alanı Barla ile sınırlı kalmamıştır. Zamanla Barla merkezinden muhite doğru uzanarak genişleyen hizmet, Isparta, Sav, Eğirdir, İslâmköy, Atabey, Kuleönü, İlema ve Senirkent gibi muhitlere doğru ilerlemiştir.

1949 yılına gelindiğinde faaliyet alanı, Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Afyon ve Emirdağ’a kadar uzanmıştır. İstanbul, İnebolu, Konya, Urfa, Van, Samsun vb. muhitler bu halkaya daha sonra dâhil olmuşlardır.

1953’e gelindiğinde ise hizmetlerin bütün Anadolu coğrafyasına yayıldığı görülür.

Bu safhalara ayrı ayrı bakarak; Barla ve Emirdağ dönemleri arasında yer alan Kastamonu sürecinin görünür farklarını metin ve üslup bağlamında ve şartların sosyolojik atmosferini de hesaba katarak ele almak mümkün.

KASTAMONU ÖNCESİ BARLA

Barla lahika mektupları bir paylaşım zeminidir. Yazılan metinler üzerindeki müzakereler ve fikri alışverişler bu mektupların ana omurgasıdır.

Risalelerin ilk yazıldığı dönemler, fikri alışverişlerin çok canlı olduğu ve entelektüel düzeyin tavan yaptığı velud zamanlardır. Mektuplardaki üslup ve ağdalı dil bunun bir göstergesidir. Hususan nurun birinci talebesi Hulusi Yahyagil, âlim talebeleri Hoca Sabri ve Hafız Ali gibi zirve şahsiyetler bu dönemin meyveleridir.

Enfüsi yorumlar, metinlere kendilerini ayine tutarak yapılan güçlü cihad-ı nefsiye analizleri, metinlerin çoğaltılmasına dair gösterilen ceht ve gayretler, Bediüzzaman’ın ilmi ve zihni düzeyi ile kurulmaya çalışılan doğru ilişki, iman ve küfür arasındaki ince ve kalın çizgileri “zamanın kodları” ile okumaya çalışma, güçlü esma-i ilahiye okumaları, evrendeki var edilmişler üzerinden muhatapların vahyin kalbine taşındığı bir müzakere zemini olarak Barla lahika mektupları, aslında “Mekke imanının bugüne ait izdüşümleri” olarak karşımıza çıkar.

Kastamonu lahikaları ile birlikte bir paradigma değişiminin yaşandığını görürüz. Belirgin bir Medine ruhu ve dört halife dönemlerini çağrıştıran cemaatsel odaklanma ve sistemsel hassasiyetler Kastamonu’da göze çarpar.

Kastamonu Lahikasının hemen ikinci mektubu tam da bu vurguyu doğrular:

“Buzamancemaatzamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı maneviye göre olur. Maddi ve ferdi ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Hususan benim gibi bir biçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmayan zayıf omuzuna binler batman ağırlığı yüklense, altında ezilir.

Lillahilhamd, Risaletü'n-Nur bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mucize-i Kur'aniye olduğunu çok tecrübeler ve vakıalarla körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senanız tam yerindedir; fakat bana verdiğinizden, binden birine de kendimi lâyık göremem. Yalnız, pek büyük bir nimete ve muvaffakiyete sizin gibi hakikatli talebelerin iştirak ve sa'y ve gayretleriyle mazhariyetim noktasında, Risale-i Nur hesabına ebede kadar iftihar ederim” (Kastamonu Lahikası, 2012:21)

Barla ve Emirdağ lahika mektuplarının başında yer alan ve Tahiri, Zübeyir, Hüsnü Bayram, Mustafa Sungur ve Bayram imzaları ile neşredilen bir mektup ’da Kastamonu Lahikaları ile ilgili söylenen şu ifadeler söylediklerimiz açısından kıymetlidir:

“Risale-iNur'unmâhiyeti, kıymeti, deruhte ettiği kudsî vazife-i imaniyesi ve mazhariyeti, hem talebelerinin tarz-ı hizmetleri, mütecaviz dinsizler karşısında sebat ve metanetleri ve ehl-i İslâmın birbiri ile muamelâtında takip edecekleri ihlâslı hareketleri gibi, dâhilî ve haricî birçok meselelere temas etmiştir. Bu itibarla, Kastamonu lâhika mektupları, bilhassa yazıldığı zaman itibarıyla da büyük ehemmiyet kesb eden bir devrin mahsulü olması ve birçok içtimaî meseleleri ve küllî imanî bir nazar-ı hakikatle mütalâa, mülâhaza ve küllîleşmesi gibi cihetlerde büyük kıymeti hâizdir” (Barla Lahikası,2012: 33-34)

Bu manayı destekleyici bir ifade ise Kastamonu’nun ileri sayfalarında şu şekilde dile getirilir:

“Bu zaman, ehl-i hakikat için,şahsiyetveenaniyetzamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevi hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için, bir buz parçası hükmündekienaniyetveşahsiyetini o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez”(Kastamonu Lahikası, 2012:180).

KASTAMONU’DA KURULAN ISPARTA SİSTEMİ

Sürekli ilerleyen ve genişleyen bu halkalar içinde Kastamonu dönemi, Risale-i Nur hizmet “hareket”inin “cemaat” e doğru evrildiği bir dönem olarak karşımıza çıkar. Kastamonu bu bağlamda nurculuk hareketi için sosyolojik değişimin yaşandığı bir duraktır.

Bu değişimin algılanabilmesi için Kastamonu öncesi ve sonrası dönemlere atf-ı nazar yapılması gerekmektedir. Bunun için önceki safha olarak “Barla” sonraki safha olarak da “Emirdağ”, yaşanan olaylar ve dönemsel metinler bazında mercek altına alınmalıdır.

Barla ve Kastamonu lahika metinleri ve metinlerdeki kavramlara ait geri plan okumaları yapıldığında bu metinlerde “hareket”ten “cemaat”e doğru evrilişin belirgin izlerine rastlanır.

Örneğin Barla ve Kastamonu Lahikalarının kavram haritalarına ait bir tarama yapıldığında;

“Mübarekler Heyeti, Medrese-i Nuriye, Gül Fabrikası, Nur Fabrikası” gibi risalelerin alt kültürüne ait sistemsel ve cemaati yoğunluklu kavramların Barla Lahikalarında hemen hiç yer almadığını; buna karşın Kastamonu Lahikalarında bu manada bolca kavramın yer aldığını görürüz. Barla Lahikalarında eşdeğer kavramlar varsa bile bu kavramların bağlamlarının farklı olduğu bilinmelidir.

Örneğin “Isparta Kahramanları” metafor olarak “Barla lahikalarında hiç yer almazken Kastamonu Lahikalarında çok sık vurgulanır. Dolayısıyla mekân olarak Isparta’da kurulan bu sistemin “kurucu beyni” aslında Kastamonu’dadır, yani mekânı farklıdır. Zaman olarak da risalelerin kahir ekseriyetinin telifinden hayli zaman sonrasına tekabül eder.

Öyle ise “Isparta kahramanları” metaforunun geri planını şu şekilde okumak mümkün:

Barla döneminde Bediüzzaman’ın etrafında toplanan fedakârlar halkası, elmas kalemleri ile Bediüzzaman’ın yazdığı eserleri istinsah etmişlerdi.

Dolayısıyla Eski Said’in elli yıllık hayali olan Medresetüzzehra, geniş bir dairede, manen teşekkül etmiş ve Risale-i Nur, Anadolu’yu bir irfan mektebi haline getirmişti. Bu mektebin mekânı ise ifade ettiğimiz gibi Isparta olmuştu.

Bediüzzaman, Risale-i Nur’u hatt-ı Kur’ân ile yazan Medresetüzzehra’nın bu talebelerini (erkânını) bir sisteme tâbi tutarak şubelere ayırmıştı: Mübarekler Heyeti, Medrese-i Nuriye, Gül Fabrikası, Nur Fabrikası vd.

Bediüzzaman, sistemin tamamına “Isparta sistemi” demişti. Sistemin sahiplerine de “Isparta Kahramanları” demişti.

Bediüzzaman bu manevi sistemine canlı örnekler de vermişti:

Nur Fabrikası sahipleri: Hafız Ali, Büyük Ruhlu Küçük Ali, Hafız Mustafa ve Kahraman Tahirî (Mutlu).

Gül Fabrikası sahipleri: Elmas Kalemli Hüsrev, Rüştü ve Refet.

Bediüzzaman bunlara, ayrı ceset, tek ruh nazarı ile bakmıştı.

Yine Bediüzzaman, ahyası (dirileri) ile birlikte emvatını da (ölülerini) dualarına dâhil ettiği “Bin Kalemli Risale-i Nur Mektebi: Sav Köyü”ne Medrese-i Nuriye, Kuleönlü talebelerine de “Mübarekler Heyeti’ demişti. (Nur’un Sadık Kahramanı, 2007: 197)

Said Nursi bunları, hayatının sonuna kadar davasına şahit göstermişti.

Sistemin her bir mensubu Bediüzzaman tarafından “Abdurrahman” olarak kabul edilmiş ve bu sistemin tek bir bireyi, Bediüzzaman’ın nazarında “bin insan” kıymetindedir.

Mesela, Kastamonu Lahikası’nda Hafız Ali, tek başına “bir sistemin sahibi” olarak nazarlara verilir. (Kastamonu Lâhikası, 2012:39) Onun kuvvetli kerametini ve ihlâsını (Kastamonu Lâhikası, 2012:49-50 ) canlı şahit olarak gösteren Said Nursi, yine onun çok ince ve çok yüksek hissiyatını da (Kastamonu Lâhikası,2012: 151) herkese referans yapmıştı.

Said Nursi, Tahirî Mutlu’ya da aynı önemde bir görev yüklemiş ve hayatının sonuna kadar ona “Kahraman Tahirî” demişti.

Tahirî Mutlu’yu Kastamonu’da ilk gören Said Nursi hissiyatını şöyle dile getirmişti:

“Bu defa Kahraman Tahirî’yi umumunuz namına gördüm ve onda bir Lütfü, bir Hafız Ali, bir Hüsrev ve bir Said (fakat genç Said) müşahede ettim.” (Kastamonu Lâhikası,2012:181.)

Bu vurgular Barla döneminde çok naif olarak vardır. Barla’daki vurgular risale metinlerinin istinsahını dönük vurgulardır.

Eskişehir ara durağından sonra Kastamonu’ya gelindiğinde, Bediüzzaman’ın (kendisi merkez olduğu halde) adres olarak Isparta’yı ve oradaki sistemi ısrarla nazarlara sunması ilginçtir. Bu bilinçli bir tercihtir. Bu duruma bağlı olarak, Barla’da “metin istinsahına dönük vurgular “cemaat oluşturma”ya dönük vurgulara doğru evrilir.

Said Nursi, 1953 sonrasında Üçüncü Said olarak döndüğü Isparta’da bu sistemi canlı tutmaya devam etmiştir.

KASTAMONU SONRASI EMİRDAĞ

Emirdağ Lahika mektuplarına gelince; bu mektuplar başka bir iklimin izlerini taşır. Bu mektuplarda, o güne kadar kendi içsel dinamiklerini dengelemiş olan bir cemaatin kurucu aktörü, söylemlerini hayatın daha geniş dairelerine doğru yönlendirir.

Muhatap kitle Anadolu coğrafyası, İslam ümmeti ve bir yönü ile bütün insanlıktır.

Siyaset, akademya, bürokrasi ve sivil toplumun bütün dinamikleri Bediüzzaman’ın ve cemaatinin hedef kitleleridir.

Dönemin şartlarına göre “medya” kullanılan aygıtların başında gelir.

Bediüzzaman, 1926 öncesi tek başına temsil ettiği eksene tekrar geri dönmüştür. Fakat bu sefer arkasında güçlü bir toplumsal taban ve dengeleri sarsıcı metinler mevcuttur.

Son yetmiş yıllık yakın tarihimizde Bediüzzaman’ın gündemimizde hiç düşmemesinin sebebi bu toplumsal güç ve etkili Risale-i Nur külliyatıdır.

Dolayısıyla Kastamonu sonrası dönemi temsil eden Emirdağ lahika mektupları önceki dönemlerin hamulesi olarak karşımıza çıkar.

İÇ VE DIŞ DİNAMİKLERİN ÜRETTİĞİ CEMAAT OLGUSU

Bediüzzaman’ın Kastamonu sürgününü yaşadığı dönemlerde Türkiye’de ve dünyada savaşların acı manzaraları yaşanıyordu. I. Dünya savaşı sonrası kurulan totaliter rejimler dünyayı kasıp kavuruyordu.

Türkiye’nin 1925 sonrasında yaşadığı Kemalizm zulmünün benzeri dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanıyordu. Bu dönem, diktatörlerin dünyaya zulümle hükmettikleri dönemdir. 1922 yılında Mussolini İtalya’nın başına, 1933 yılında Hitler Almanya’nın başına, 1939’yılında ise Franko İspanya’nın başına geçmişti.

Diktatörlerin dünyaya hükmettikleri bu dönemde telif edilen bir metinde (Lem’alar, İhlas Risalesi-1934) Bediüzzaman, cemaat suretinde hücum eden ehl-i daşaletin şahs-ı manevisine karşı kuvvetli bir şahs-ı manevi ile çıkılması gerektiğini dile getirerek “cemaat” vurgusunu şu şekilde dile getirir:

Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ımânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, oşahs-ımânevîyekarşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile birşahs-ımânevî çıkarıp, o müthişşahs-ımânevî-idalâletekarşıhakkaniyeti muhafaza ettirmek” (Lem’alar, 2012:256)

Bediüzzaman’ın Kastamonu hayatına tekabül eden iç ve dış hadiseler onu “teori”den “pratiğe”, “telif”ten “teşekkül”e doğru bir seyir izlemeye zorlamıştır.

Bu bağlamda genelde “Barla dönemi” Risale-i Nur hizmeti sürecinde “yeni bir safha” olarak düşünülür. Doğrudur, lakin Barla “telif” bağlamında bir yeni safha iken, Kastamonu “teşekkül/cemaat” oluşumu bağlamında sistemsel bir yenidir. Telifteki maksadın köşe taşları Kastamonu safhasında yerine oturtulur. Zira “teşekkül”ün yokluğu, “telif”i havada bırakabilirdi. Kastamonu, bunun için “cemaat pratiğinin şekillendiği” bir “asabiyet içi organizasyon “un sosyolojik ve mekânsal adresidir. Bir çeşit “grup sosyolojisi” zihniyeti ile algılanabilecek bir varoluşsal safhadır.

Üçüncü safha olarak Emirdağ dönemi ise “cemaat”in varoluşu ile ancak mümkün olabilecek “cemiyet” içi pratiğin “örnek uygulama” sı olarak karşımıza çıkar. Bu uygulamanın hedefi, kurucu aktörün “hayatta iken devrede olduğu” bir “prototip” oluşturmak. Yani sonraki bütün Nurculuk süreçlerinin sürekliliğini mümkün kılacak bir meşrulaştırma zemini ortaya çıkarmak.

Bu cemaatsel oluşumun izlerini Kastamonu metinlerinde, cemiyete taşınma sürecini de Emirdağ metinleri içinde bulmak mümkün.

Konumuz itibarı ile Kastamonu Lahikası bu manada bize bolca veri sunmaktadır. Konunun uzamaması için sadece birkaç örnekle yetineceğiz:

a-Şahs-ı maneviyi diri tutan vurgular

Cemaat olmanın temel dinamiklerinin başında bireyin yüzünün ahirete dönük olması, Allah’ın rızasını esas tutması ve Allah’ın huzuruna mümkün olduğunca bolca amel ile çıkmasıdır.

Bediüzzaman, bir dava şuuru içinde birlikte hareket eden bireylerin amellerinin umumileşeceğini ve her bir bireyin kazandığı sevabın aynısının bütün fertlere geçebileceğini dile getirerek cemaati birliği diri tutmaya gayret etmiştir:

“Risale-i Nur şakirtlerininiştirâk-iâmâl-iuhreviyedüstur-u esasiyeleri sırrınca, her birisinin kazandığı miktar, herbir kardeşlerine aynı miktar defter-iâmâline geçmesi, o düsturun ve rahmet-i İlahiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlasla girenlerin kazançları pek azim ve küllîdir. Her biri, binler hisse alır. İnşaallah, emval-i dünyeviyenin iştirâki gibi inkısam ve tecezzî etmeden, her birisine, aynı amel defterine geçmesi, bir adamın getirdiği bir lâmba, binler aynaların her birisine aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir.” (Kastamonu Lahikası, 2012:121)

Bediüzzaman, cemaatın şahs-ı manevisini diri tutmak ve mensuplarını dış müdahalelere karşı muhafaza etmek için “Isparta Kahramanları” metaforu üzerinden, âlim, şeyh ve donanımlı birey olan “Mehmet Feyzi” nin dünyasından hareketle muhataplarına seslenir:

“Feyzikardeşim,
Sen Isparta vilayetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan, tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede-Allah rahmet eylesin-mühim bir şeyh ve mürşid ve cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur'un elli altmış şakirtleri içinde celbkârâne sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur'un yüksek, kıymettar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.

O şakirtlerin gayet keskin kalb ve basireti şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nur'a hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mümini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mümine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi temin eder. Velayet ise, müminin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.

İşte bu dakik sırrı, senin Ispartalı kardeşlerin bir kısmının akılları görmese de umumunun keskin kalbleri görmüş ki, benim gibi biçare günahkâr bir adamın arkadaşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı müctehidlere dahi tercih ettiler.

Bu hakikata binaen, bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, "Seni on günde velayet derecesine çıkaracağım" dese, sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.” (Kastamonu Lahikası, 2012:107)

b-Sistemin bir sacayağı olarak meşveret

Bediüzzaman, cemaatın sürekliliğini mümkün kılacak temel unsurların başında gelen bir diğer unsur olan “meşveret” hakikatini muhataplara hissettirmek için bir örnek olay üzerinden şu şekilde seslenir:

“Aziz kıymettar, sadık ve sebatkâr kardeşlerim, Fihristeyi, taksimü'l-â'mâl tarzında mütesanid heyetinizin şahs-ı manevisine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve daimi bir üstad buldunuz. O manevi üstad, bu aciz kardeşinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç bırakmıyor.”(Kastamonu Lahikası, 2012:33)

c-Konumlandırma

Bediüzzaman talebelerini standartların dışında bur bir konuma oturtmayı ihmal etmez. Bu konumlandırmayı ise “Risale-i Nur talebeliği” ünvanı üzerinden netleştirir. Bu ünvanın içeriği, gerekleri ve sonuçları mensubiyetin ayrıcalığını dile getirmektedir:

“Risale-i Nur'aintisapedenzâtınen ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, "Risale-i Nur talebesi" ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmi dört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevi kazançlarımda hissedar olmakla beraber, benim gibi duaedenkıymettar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.(Kastamonu Lahikası,2012,43)

d- Metin Vurgusu

Cemaati ayakta tutan en önemli kaynak şüphesiz bireylerin etrafında toplandığı ve beslendiği metinlerdir. Bu metinler ne kadar canlı, derin ve kuşatıcı ise tesir derecesi o kadar yüksektir. Bediüzzaman Risale-i Nur’un bu ayırıcı vasıflarını her seferinde dile getirir. Kastamonu Lahikasında yer alan şu cümle bu meyandadır:

Risale-i Nur, yalnız bir cüz'îtahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatıve İslamiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun, bâhusus avâm-ı müminînin istinadgâhları olan İslamî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur'an'ın i'câzıyla o geniş yaralarını, Kur'an'ın ve imanın ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor.(Kastamonu Lahikası,2012:50-51)

SONUÇ

Barla, Kastamonu ve Emirdağ, Bediüzzaman’ın hayatı ve Risale-i Nur hizmeti açısından önemli sosyolojik merkezlerden üçüdür. Bu üç merkez, mekânsal olarak farklı ama hizmet bütünlüğü açısından yakın ilintilidir.

Birbirini tamamlayan bu üç safhadan Barla “telif”in, Kastamonu “sistem”in, Emirdağ ise “pratik ”in adresidir. Bu üç parçanın bütün içindeki yerleri ve önemleri ise herhangi bir derecelendirmeye tabii tutulmadan eşit düzeydedir.

KAYNAKÇA

KAYGUSUZ, İbrahim (2007) Nur’un Sadık Kahramanı, Zübeyir Gündüzalp, Hayatı-Mefkûresi, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul

NURSİ, Said, (2012), Barla Lahikası, Söz Matbaacılık ve Yayıncılık, İstanbul.

NURSİ, Said, (2012), Kastamonu Lahikası, Söz Matbaacılık ve Yayıncılık, İstanbul.

NURSİ, Said, (2012), Lem’alar, Söz Matbaacılık ve Yayıncılık, İstanbul.

NURSİ, Said, (2012), Tarihçe-i Hayat, Söz Matbaacılık ve Yayıncılık, İstanbul.

 

- Reklam -