Said Nursi’nin TalebesiAbdulkadir BADILLI'nın1. Uluslar Arası Hutbe-i Şamiye İslam Dünyası ve Küresel Barış Sempozyumu konuşmasıdır
Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu. Bismihi subhanehu.
Hutbe-i Şamiye içindeki hakikatlerin izahlarını temsillerle akademisyenler ve diğer konuşmacılar anlattılar. Sempozyum süresince de anlatacaklar. Ben Hutbe-i Şamiye’nin nasıl ve ne zaman vücuda geldiğini, ne zaman basıldığını, ilk Hutbe-i Şamiye ne kadar olduğunu, kaç sayfa olduğunu anlatmak istiyorum.
1910 senesinin yaz aylarında Üstad Hazretleri Van’a gelir. Van’daki aşiretlere seyahatler yapar. Meşrutiyet'i ve Medresetüzzehra’yı anlatır. Zaten Münazarat kitabı bundan ibarettir. Soru ve cevap şeklindedir. Hutbe-i Şamiye’nin telifinden önce yolculuk sırasında iki ay zarfında Muhakemat ve Münazarat’ın Türkçe ve Arapçalarını yolda telif eder. Ondan sonra kendisi daha önce Norşinli Hazret Muhammed Ziyauddin ile anlaşarak beraber hac etmek üzere Şam'da buluşmak için vaadleşirler. İkisi de yola çıkarlar. Ama Üstad Hazretleri dolaşa dolaşa, konferans vere vere Şam'a gittiği zaman hac mevsimi geçer, dolayısıyla Şeyh Muhammed Ziyauddin Hazretleri hacca gitmiş 0lduğundan Üstad Hazretleri de onun dönmesini bekler. 4-5 ay Şam'da kalır. Üstadın Şam'da olduğunu haber alan ulema onu ziyaret eder. Üstat Salihi mahallesinde Mevlana Halid'in türbesi yanında bir yerde kalır. Şam uleması ısrarla bir hutbe okunması ister. 28 Nisan 1911’de bu hutbeyi okur. Bu hutbe küçük bir bölümdür. Yani hutbe olarak okunacak kadardır. Hatırladığım kadarıyla ya 11 ya da 17 küçük sayfadan ibarettir. Üstad Hazretleri bu hutbeyi önce irticalen yani hazırlanmadan okuyor. Daha sonra kaleme alır. Orada hacdan dönen Şeyh Muhammed Ziyauddin Hazretlerini memlekete yolcu ettikten sonra oradan Beyrut'a oradan da vapurla İstanbul'a gider. Sultan Mehmet Reşat’a refakat ederek vilayeti şarkiye adına Avrupa seyahatine katılır. Kosova'ya doğru giderken yolda Teşhisü’l-İlle adında bir kitap telif eder. Bu kitap milliyetçilik konusunda ırki milliyetçiliğin mi, yoksa İslam milliyetçiliğinin mi öncelikli olduğunu anlatan bir eserdir.
1911 yılında İstanbul'da Hutbe-i Şamiye birinci, 1912 senesinde de tekrar ikinci olarak basılır. Münazarat ve Muhakemat’ın da Türkçe ve Arapçaları 1912’de İstanbul'da basılır. Teşhisü’l-İlle’ye de Hutbe-i Şamiye’yi ekler ve bu şekilde basılır. Hutbe-i Şamiye’ye 1951’de Üstad kendisi genişçe bir tercüme yapar ve hatta aslının 10 misli kadar büyük olur. Sonra bu yaptığı tercümeyi, kardeşi Molla Abdülmecid'e Arapça tercüme yapması için gönderir. Kardeşi tercüme ettikten sonra tekrar basılır. Bu Türkçe tercümesini İnebolulu Selahattin Çelebi ilk bastırdığında, “Biz Kürtler” ifadesi de yer alıyor. Fakat sonraki baskılarda Üstad Hazretlerinin daha çok kişiye hitap etmesi ve mevzuyu genişletmek için bir “küçük İslam tarifeleri” şeklinde bu ifadeyi değiştiriyor. Zaten şu anda elimizde bulunan Hutbe-i Şamiye de budur.
Bunu anlattıktan sonra yine bizim iç meselelerimizle alakadar olduğu için bir meseleyi daha anlatmak istiyorum. Üstad Hazretlerinin 1908’den 1921’in ilk yarısına kadar lakabı “Said-i Kürdi”dir. Fakat 1921’in ikinci yarısından itibaren kendisi “Said Nursi” olarak değiştirir. Elimizde o zaman basılmış kitaplar var. Aynen dediğimiz gibi bir değişiklik yapılmıştır. Bazı çevreler diyorlar ki, “Bediüzzaman’ın lakabı Kürdi idi de sonradan bazıları kalkmış toplanmışlar, onunla lakabını Nursi yapmışlar. Bunu Üstadın kendisi yapmıştır. Hiç de öyle bir şey yoktur.
Üstad Hazretlerinin Said-i Kürdi ismini kullandığı ilk kitabı Lemaat’tır. Bu da 1921’in Ramazan ayı içinde basılmıştır. Bu kitaptan sonra bütün yazdığı kitapların, bilhassa 14 tane Arapça kitap var, o yıllarda basılanlarının hepsinde kapakta Nursi yazar, Kürdi yazmaz. Ayrıca kendisi de eski eserlerini 1950’li yıllarda tashih ve tanzim ettiği sıralarda kendi eliyle Bediüzzaman Said-i Kürdi yazısını değiştirir. Kürdi’lerin üzerini çizip Nursi yazar. Bunu eski yazmış olduğu bütün makalelerde uygulamıştır ve bunların hepsi benim elimde mevcuttur. Kimse bu hususta dedikodu yapmasın. Bilhassa ilim adamları tahkik yapmadan konuşmasınlar. Şu anda Almanya’da yaşayan Abdulmuhsin Alev Üstadın eski makalelerini elle yazmış. Üstad Hazretleri bunları tashih etmiş ve Kürdi ifadelerini Nursi olarak kendisi değiştirmiş, bu da bende mevcuttur. Yine herkes bilsin ki, Risale-i Nurun hiç kimse tarafından bir tek harfi bile değiştirilmemiştir. Ben bunun mutemediyim. Ben elli dokuz senedir bu işin içerisindeyim. Her gün de Risale-i Nur okuyorum. Üstadın bütün kitapları eski yeni ayırt etmeksizin hepsi elimde mevcuttur, asılları ve tashihleri vardır. Onun için Üstadımızın izni haricinde hiç kimse bir şey yapmamıştır.
Bir misal daha vereceğim. Elimde Divan-ı Harb-i Örfi ile Münazarat’ın eski baskıları var. Divan-ı Harb-i Örfi’de geçen bir cümle çok dedikoduya maruz kalıyor. Şöyle geçiyor: “Fahr olmasın biz ki Kürdüz aldanırız fakat aldatmayız.” Yeni baskılarda, “Biz ki, hakiki Müslümanız aldanırız fakat aldatmayız” diye geçiyor. Bunu Üstad Hazretleri kendi kalemiyle düzeltmiştir. Bunu şunun için ifade ediyorum. Dedikoduların hiçbir aslı yoktur. Bütün değişiklikleri Üstad Hazretleri ya kendi eliyle yapmıştır ya da etrafındaki talebelere emrederek hem de başında durarak değiştirmiştir. Üstadın bütün eserleri elimizde var, asılları ve tashihleri de var. Bunları görmeden konuşmak çok büyük bir günahtır.
Bir de benim çok endişe ettiğim, çok rencide olduğum Risale-i Nurların metni içine başkasının kelimelerinin karışmasıdır. Bu çok müthiş bir günahtır. Üstad Hazretleri hiçbir zaman buna razı olmamıştır. Elimizde buna dair çok deliller var. Onun için hiç kimseyi tahkir etmeden birkaç şeyi ifade etmek istiyorum. Bunun bir örneği Büyük Doğu Dergisi’nde çıkan Risale-i Nur tercümelerinin ne kadar anlamının dışında çıktığını hepimiz biliyoruz. Büyük Doğu’da yazan ve Türkiye'nin meşhur ediplerinden olan bu zatın tercümesi böyle ise, çoluk çocuk mesabesinde olan kişilerin tercümelerine nasıl müsaade edilebilir? Karşılaştırıldığı zaman çok bozuk, çok berbat bir vaziyet ortaya çıkıyor. Yine Üstad'ın bir talebesi de Büyük Doğu’daki şahısla görüşüyor. Bu, Ahmet Feyzi Kul Ağabeydir. Üstada bununla ilgili 30 sayfa civarında uzun bir mektup yazıyor. Üstad Hazretleri de cevabında, “Kardeşim ben sana yapma demiyorum. Yap ama benim adımı muellif olarak yazma” diyor. İşte Üstad buna müsaade etmiyor. Teşekkür ederim.