Risale-i Nur’dan Eğitim Okumaları'nın 6.sından notlar

Eklenme Tarihi: 06 Kasım 2017

Kadir AYTAR

İnsanların yüzde sekseni tahkik ehli değil. Sözüne güvendiği tahkik ehli birilerinin ağızlarına bakarlar. Onlara inanırlar, taklit ederler. Onların sözlerini sorgusuz sualsiz ve de delilsiz kabul ederler.

Zamanımız delil ve ispat zamanı. Delilsiz ve ispatsız hiçbir şeyi kabul edemeyiz. Bürhan isteriz. Zira, yalanla doğrunun arasındaki uçurum kapanmış, haram-helal aynı rafta satılıyor.

Kıymetsiz bir mesele kıymetli bir adamın ağzından çıkınca kıymetli zannedilip baş tacı yapılıyor. Kıymetli bir hakikat da zayıf bir adamın elinde değerini yitiriveriyor.

Cenab-ı Hak insanı birçok cihazlarla ve duygularla donatmış. Bunların atıl durumda bırakılması ve işin daima başkalarının üzerine yıkılması, insan için hiç de hoş bir durum değil.

Batılı felsefeciler insanı hep hayvan üzerinden değerlendirmişler, tariflerini de ona göre yapmışlar. Mesela konuşan hayvan, düşünen hayvan, araştıran hayvan, kazanan hayvan, sorgulayan hayvan gibi…

Aslında her biri, insanın bir özelliğini ortaya koyuyor. Cümlelerin başlarındaki hayvan kelimelerini çıkartırsanız; öğrenen, araştıran, kazanan, sorgulayan, toplumsal, düşünen, şüpheci, her şeye alışan, tartışan, deneyen, çıkarını düşünen, eleştiren, konuşan, sistematik, tutarsız, itiraz eden, yalanlayan, teori kuran, mücadeleci, seven ve araç yapan özellikleriyle ortak güzel bir insan tarifi yapmış olursunuz. Felsefeciler, sadece hazinenin bir parçasını bulan gavvas gibi, hazineyi ellerindeki parçadan ibaret olarak algılamışlar ve insanı ona göre tarif etmişler.

Hayvan Arapça’da canlı, hayattar demektir. İnsan da canlı olduğuna göre masumane bir şekilde hayvan denebilir. İnsanın hayvanî yönü, diğer canlılar gibi, hayatını ve neslini sürdürebilmesi için gerekli olan şehevânî yönüdür. Ama düşünme, konuşma ve öğrenme gibi özellikleri de insânî yönüdür. Bunların menfî ve şerre hizmet ettirilmesi de insanı hayvandan daha aşağı derekelere düşürebilir. İnsan olmanın şartı, iman ve imandan gelen güzel ahlak ile donatılmış olmaktır.

İnsânî melekeleri gelişmemiş olan birçok insan, haram-helal, iyi-kötü, doğru-yanlış demeden hayvânî boyutta yaşamaktadır. İnsânî boyutta yaşayanlarda ise, sorgulama, harama-helale, doğruya-yanlışa dikkat vardır. Bu nedenle insan, fıtratının gereği olarak hakikati arama, mükemmelleşme ve ihtiyaçlarını karşılama meyli ile merak ediyor, düşünüyor, sorgulama yapıyor, yeri gelince de hayal kuruyor.

Dimağda ilmin muhtelif mertebeleri var. İş hayal kurmakla başlıyor. Hayalde bir fikir canlanıyor. Buna bir şekil giydirilmeye çalışılıyor, ardından akılla kavrama safhasına geçiliyor. Kavrama işlemi tamamlandıktan sonra aklen tasdik ediliyor. Kalbin de onayını aldıktan sonra, o fikrin taraftarı olunuyor, sonunda iş itikada dönüşüyor, iman derecesine yükseliyor. Bunu Bediüzzaman Hazretleri şöyle sıralandırıyor: Tahayyul, tasavvur, taakkul, tasdik, iz’an, iltizam ve itikad. Dimağda hakikatin izleri böyle sürülüyor. Tabi özgür olmak şartıyla.

Hayal kurmanın da bir yolu yordamı ve üslubu var. Rastgele, kontrolsüz kurulan hayaller insanı iyi bir sonuca götürmez. Ehl-i tahkik insanların kurdukları hayallerin çoğunun hakikatin ta kendisi olduğunu da unutmamak lazım. Mesela Ayetü’l-Kübra’daki hayâlî seyahat hakikattir. Bu aynı zamanda dimağdaki ilim mertebelerinin hepsini aynı anda görme fırsatı veren çok güzel bir metindir.

Bütünü göremeyen, özgürce düşünemeyen, delile dayanmayan, meratib-i ilme riayet etmeyen hakikati bulamaz. Elindekini gerçekten bir şey sanır, hayal boyutuna saplanıp kalır. Batı felsefecileri insana hayvânî yönünden değil de insanı insan yapan değerler açısından bakmadıkça hakikati bulamazlar, insanı hakiki tarif edemezler. Zira kâinatın küçük bir misali olan ve manevî âlemlerden temsilli bulunan insan, sadece felsefecilerin saydıkları özelliklerden ibaret değildir.  

- Reklam -