MÜNAZARAT BAĞLAMINDA KÜRTLERİN YOL HARİTASI VE SİYASAL KÜTÇÜLÜK KARŞISINDA BEDİÜZZAMAN

Eklenme Tarihi: 26 Ocak 2017 | Güncelleme Tarihi: 05 Şubat 2017

 

Fıtri yani şer’i olanın dışında veya kültürel haklar bağlamının dışında Kürtçülüğün her çeşidi Bediüzzaman’a göre merdut ve mezmumdur. Ya da bugün Türkiye’nin başına bela olan bütün türevleriyle Kürtçülük meselesi Bediüzzaman’a göre enine boyuna yanlıştır. Kürtçülük meselesinin bugün gaye ve yöntem veya vesile olarak iki boyutu var. Gaye boyutu adem-i merkeziyetçilik, muhtariyet ve onun ötesinde bağımsızlıktır. Bunun zeminine de siyasal Kürtçülük diyoruz. Bunun vesilesi veya aracı ise dahilde silah kullanmak ve silahlı faaliyetlerdir. Siyasi ve silahlı faaliyetler vesile babında zikredilebilir. Siyasal Kürtçülüğün hedefi adem-i merkeziyet, muhtariyet ve bağımsızlık şeklinde ve skala biçiminde mütalaa edilebilir. Siyasal Kürtçülüğün aracı ve yöntemi ise müsellah Kürtçülüktür.  Siyasi veya silahlı Kürtçüleri kısaca partizanlar olarak ifade etmek mümkündür.  Modern dönemlerde İslam aleminde bundan daha büyük fitne görülmemiştir. Sadece Şerif Hüseyin’in veya daha yerel çapta ve bazda Şeyh Said hareketi bunun farklı bir numunesidir. Zira onların kalkışma nedeni en azından İslami’dir. Buna rağmen Reşid Rıza gibi bir takım şahsiyetlerin dışında Şerif Hüseyin hareketini benimseyen ve destekleyen olmamıştır.

Bugün Kürtçülüğün siyasi ayağı BDP ve askeri ayağı ise PKK’dır. Bu ayaklar veya boyutlar arasında sadece iş bölümü ( tevzii a’mal) vardır. Gayeleri müttehittir. Bediüzzaman açıkça yöntem olarak dahilde silah istimaline ve kullanılmasına karşı olduğunu söylemiştir ve bunu Şeyh Said hareketi karşısındaki tutumuyla da fiili olarak ispat etmiştir.   Bediüzzaman dahilde silah istimaline katiyetle karşıdır.  Gaye Şeyh Said’in ayaklanmasında olduğu gibi İslami nizam ve düzen kurmak adına bile olsa yöntem yanlış ve sakıttır. Bediüzzaman silahlı faaliyetlere cevaz vermemiş ve kendisi de uzak durmuştur. Hatta Risale –i Nur içinde böyle yapılanmalara da katiyetle müsaade etmemiş ve akabinde Nurcular da böyle çıkışmalara set çekmişler ve destek vermemişlerdir.  İslami nizam adına silaha sarılmaya müsaade etmeyen Bediüzzaman’ın seküler zeminde bugünkü Kürtçü silahlı başkaldırmalara cevaz vermeyeceği müsellemdir. Bu ihtimal düşünülemez.  Silahlı Kürtçülük hareketi meşruiyetini gayesinden ya da  siyasi Kürtçülükten almaktadır. Bundan dolayı silahlı Kürtçülüğe hayır ama siyasi Kürtçülüğe evet diyenler de Bediüzzaman’ın çizgisini temsil edemezler.  İki boyut da Kürt partizanlığının veya madalyonun iki yüzüdür.

Bediüzzaman ilk eserlerinden ve Risale-i Nurun irhasatından ve mukaddimesinden olan eserlerinden Münazarat’ta meseleye nasıl bakmaktadır? Zira, Münazarat Kürtlerin bir reçetesi veya mustakbel yol haritasıdır. Bediüzzaman Birinci Said devrinde İstanbul ve Şam’a gitmeden evvel Meşrutiyetin ilanıyla beraber Van’a giderek bölgedeki aşiret liderleriyle ve mensuplarıyla görüşmeler yapar. Fikri teatilerde bulunur ve onların karihalarını geliştirir.  Onlarla içtimai, siyasi ve medeni ve ilmi sohbetler yapar.  Bilahare onlarla yaptığı sohbetleri yazılı hale getir ve ‘Aşairlerle sual ve cevap’ adı altında neşreder. Zamanla bu kitap Münazarat adı altında iştihar eder. Orada Bediüzzaman’ın henüz tekevvün halinde veya mayalanma evresinde olan siyasi Kürtçülükle alakalı görüşleri çok vazıh ve nettir.  Daha sonra ondan bu görüşlerini nakzedecek bir söz veya fiil sadır olmamıştır. Elbette o da Kürtlerin istikbaliyle ilgili ve hatta endişelidir. Elbette fıtri anlamda onların diğer milletlerden geri kalmalarını istemez. Terakkilerine çalışıyor. Onun bu tercih ettiği orta yol hem Türkçü ulusalcıların hem de Kürtçü ulusalcıların işine gelmez. Çünkü onlar Bediüzzaman gibi meseleye külli olarak değil parçalı ve şizofrenik olarak bakmaktadırlar.  Lakin Bediüzzaman partizanların yaptığı gibi Kürtlerin geri kalmalarını durumdan vazife çıkarmak suretiyle istismar etmez. Çünkü ‘la darara vela dirar’ kaidesi  yanlışa yanlışla mukabeleyi engeller.  Zaten Bediüzzaman’ın fikrinin üssü’l esası müspet harekettir.  Eksiklikleri meşru dairede birlik ve düzen içinde telafi etmek ve sağlamak ister.  Bunun yolu da karşılıklı etkileşim ve iknadır. Belki hariçte zamanın olgunlaşmasına vabestedir. Bu herkesin maspet dairede kendi zemininde ve zamanında gayret etmesine mani değildir.

Kürtlerin geri kalmasının getireceği istismarın bölge ve ülke içinde gailelere yol açacağının farkındadır. Bundan dolayı istismar çizgisine kalın bir sütre çeker. Siyasal Kürtçülük hareketine ‘el hissi kable’l vuku’ ile kesin ve kalın bir çizgi çeker.  Diğer ulus devletler aynasında bir Kürt devleti hülyası durumdan vazife çıkarmaktır. Eğitim yoluyla Kürtlerin terakki ve tealisine çalışmak fıtri ve kültürel boyutta kaldığı müddetçe meşrudur.  Lakin bu eğitim paradigması da birlik ve beraberlik eksenli olmalıdır. Medresetü’z Zehra projesiyle Bediüzzaman hem Kürtlerin ilmen ve fennen terakkisini esas almış hem de bölgenin diğer İslam milletleriyle kaynaşmasını amaçlamıştır. Bu bazı yazlarımızda temas ettiğimiz gibi Gazali gibilerin de geçmişteki hedefleri arasındadır. Bu anlamda Medresetü’z Zehra projesi Ezher’in Asya’daki biraderi ve kardeşidir.  Bu medrese bölge olarak Kürtlerin yaşadığı Kürdistan bölgesine düşmekle birlikte hedefleri evrenseldir. Kürtleri İslam potası içinde kaynaştırmaktır. Eğitim dilinin Arapça, Türkçe ve Kürtçe olması bunun delilidir. Eğitim sahası ise İslami’dir. İslami demek Mevlana’nın pergel benzetmesinde olduğu gibi bir ayağı şeriat-ı garrada sabit diğer ayağı ise kainatta seyeran halinde yani oynak ve hareketli vaziyette olmaktır ve Bediüzzaman bunu mezc kavramıyla ifade etmektedir. Ulum-i diniye ile ulum-u medeniye ve fen bilimleri at başı gitmeli ve tekamüle hizmet etmelidir. Din ve dünya beraberliğini sağlamalıdır. Niza-ı ilim ve dini ortadan kaldırmalı yerine dini ve dünyevi ilimlerin izdivacını ve tekamülünü getirmelidir. Niza veya ihtilaf doğuran değil niza-ı kaldıran bir eğitim metodu. Bu mezc  veya tekamül çizgisi medresenin taassubu ile ehli fennin teşkikatına set çekecektir.  Mektep ve medrese arasındaki tezadı ve bundan tevellüt eden sosyal ve siyasi buhranları bertaraf edecektir.

Kürt ulemadan Babanzade Ahmet Naim gibi Bediüzzaman’a göre de; kavmiyetçilik bir ecnebi virüsüdür. Hatta maddiyyun hastalığıdır. Zira kimyaya değil fiziğe bakar.  Manevi değerleri hiçe sayar. Al yuvarların veya akyuvarların birliğine değil lisanların ayrılığına bakar.  Lisanların akrabalığını bile görmez. Kavmiyetçilik sadece bir Batı hastalığı değil muayyen bir dönemin ve konjonktürün hastalığıdır. Bu hastalığın en son dışa vurum hali Kürtler arasında baş göstermişti. Bu anlamda siyasal Kürtçülük geç nükseden bir şuubi hastalıktır. Fiziki farklılıktan bir metafizik veya ideoloji üretmek isteyenler kendi öz kimliklerine yabancılaştıkları gibi İslam milletlerine de yabancılaşırlar. Kendilerine yabancılaşırlar zira tarihi kimliklerine yabancılaşırlar. Zaten bu ideolojiye tutunanlar ancak kendilerine ve çevrelerine ve tarihe yabancılaşarak gelişebileceklerini görebilmektedirler. Bundan dolayı da Mehdi Zana gibiler ( Arnavut milliyetçisi Adem Demaçi gibi Arnavut milliyetçilere benzer şekilde) Kürtlerin geri kalmasında İslamiyet’i suçlamaktadır. Adem Demaçi ise doğrudan Allah’ı suçlamaktadır. Neden? Zira Kürdün Kürt’ten başka dostu yoktur formülünü ezberlemiş ve İslam kardeşliğini unutmuştur. Ve tezini tutturabilmek için zaten ortada bir İslam kardeşliği anlayışının kalmadığını söylemektedir. Halbuki, bu mürevvete ve hamiyete terstir. Moral bozmak, yıkmaktır. Bu bağlamda Hazreti Peygamber: ‘Men kale helekennasu fehuve ehlekehum’ buyurmuştur.  Hamiyeti öldürmek ideali öldürmektir. Yani kim ‘İslam yıkılmıştır, insanlık yıkılmıştır derse’ o ilk mezar kazandır.  Akif’in deyimiyle:  Sâhipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.  Kavmiyetçiler zamanla içimize giren yabancılar haline gelmişlerdir. Zira bünyeye fikren yabancıdırlar. Bünyeye giren yabancı madde yani kurtlar haline gelmişlerdir. Bediüzzaman’ın tabiriyle kurt gövdeye girmiştir. Cezayir eski başbakanlarından Abdulhamid İbrahimi’nin deyimiyle bu gibi zevat içimizdeki ideolojik azınlığı temsil etmektedir. Kimi başka tabirlere göre ise kendilerine yabancılaşmış bu güruh ‘natives aliens’ yani yerli yabancılardır. Şekip Arslan’ın dediği gibi akkültürasyon suretiyle başkalarının kültürüyle ve ideolojiyle beslenenler kendi kültür damarlarına ve fikri harmanlarına yabancılaşırlar. Ve toplumun fena ve fasit ve bozuk bir uzvu haline gelirler. Yabancı suların dalgalarına kulaç atanlar kendilerine yabancılaşırlar.

Bugün şuubilik ulus devlet ideolojisine bürünmüştür.  Ve onu üretmiştir. Siyasal Kürtçülükle geç devrede yeniden uyanan şuubilik damarı ulusçuluk akımının son türevidir. Kader cihetiyle durumun hükmü ayrı bapta değerlendirilebilirse de özü olarak Kürtçülük yıkıcı bir ideolojidir.   Partizanlar veya siyasi Kürtçüler bugün iki yabancılaşma hastalığıyla maluldur. Bunlardan birisi ırkçılık hastalığıdır. Bu Bediüzzaman’a göre bir batı virisüdür. İkincisi ise Marksizmdir ve Batı hastalığının başka bir türevidir. Arnold Toynbee’ye göre Marksiszm Batı rafiziliğidir. Dolayısıyla Kürtçülük hareketi hem dikey hem de yatay itibarıyla bir yabancılaşma hareketidir.  Partizanlık aynı zamanda bir nihilizm ve mafya hareketidir. Kur’an ifadesiyle karanlık üzerine karanlık ve hadis-i şeriflere göre gece parçaları gibi zulümattır.

Bediüzzaman Münazarat adlı eserinde yer yer siyasi Kürtçülüğün ayak seslerine temas etmektedir. Bu hareket o dönemde henüz nüvelenme halindedir. Münanazar’ın bir yerinde aynen şöyle söylemektedir: “Hem de beylik veya tavaif-i mülük mukaddemesi olan muhtariyet veya istibdat-ı mutlak (hadis diliyle melik cebriye) manasıyla bir cumhuriyet gibi gayri makbul fikirlerde bulunan…”[1]

Münazarat’ın bir başka yerinde ise bunu ham hayal bir serap olarak tasvir etmektedir.  Şöyle ki:” Öyle herzegülerin arzuları beylik ve muhtariyetin ammi-zadesi olan adem-i merkeziye-i siyasiye idi…”[2]Bugün adem-i merkeziye-i siyasiye ifadesi veya tabiri tam tamına siyasi Kürtçülük anlamını tazammun etmektedir.  Bu kısa kesit ve makta içinde umman gibi bir hakikati barındırmaktadır. Bediüzzaman katiyetle ve kesinlikle siyasi Kürtçülüğe taraftar değildir bilakis ona ve bütün türevlerine karşıdır. Aksini savunan Bediüzzaman’a ve mesleğine iftira etmektedir.  Bediüzzaman talebesi Müküslü Hamzayı niye ikaz? Lakin bugün mahalle baskısı ve güçlü bir cereyan haline gelmesinden dolayı siyasi Kürtçülüğün etkisiyle adeta her yer ve afak Müküsü Hamza müsveddeleriyle dolmuştur!  Lakin yol ne kadar uzarsa uzasın ve mesafe ne kadar açılırsa açılsın bu yol çıkmaz bir sokaktır. Bu kısa kesit ve makta Bediüzzaman’ın hem adem-i merkeziyet fikrine hem de onun bir rüknü olan muhtariyete ve onun geniş hali olan tavaif-i mülüke yani ulus devletçilik modeline karşı olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Bediüzzaman Mustafa Kemal’e neden karşı çıkmışsa aynı şekilde mezarından Apo’ya ve türevlerine de karşı çıkmaktadır. Ulus devletçilik bir tavaif-i mülük modelidir. İslam aleminin dağıtılmasıdır. Bunu isteyenlere de ‘herzegün’ diye takbih ve tevbih ediyor. Yani azarlamaktadır. Yani saçmaladıklarını nazara veriyor. Yine bu gibi sakim düşüncelerin veya ideallerin peşinde koyanları da hülya ve hayal peşinde koşanlar olarak nitelendiriyor. Yani onlar da serap peşinde koşmaktadırlar.

Bediüzzaman Münazarat’ta daima ‘biz Türkler ve Kürtler’ ibare ve tabirini kullanıyor.  Bu latif ve hoş bir tabirdir. Bu ifade bana İslam’ın ilk devirlerdeki zülcenaheyni olan Ensar ve Muhacirini hatırlatıyor. Horasan’da ise Türkler ve Taciklerin bileşkesini hatırlatmaktadır.

Neticeten;

Birinci olarak:  Risale-i Nur eksenli olarak dahilde asayişi bozmak ve silah kullanmak caiz değildir.

İkinci olarak: Bediüzzaman siyasi proje olarak Kürtçülüğe karşıdır. Bediüzzaman’ın tasvip ettiği ve benimsediği ilahi proje ittihad-ı İslam’dır ve Kürtlerin mutluluğu ve saadeti öncelikle Türklerin yanında ikinci olarak Müslüman milletlerin safında yer almasındadır. Onlara düşman olan kendisine düşmanlık eder. Şekavete düşer ve eşkiyalık yapar. Kürt kimliği münhasıran, fıtri alanda ve kültürel bağlamdadır. Partizanlar ahirzaman iltibasatıyla zihinleri karıştırıyor ve bulandırıyorlar. Dünyamız bu gibi iltibaslarla kalbistan( görül yurdu) olacağına kalpistan (sahtelik batağı) haline gelmiştir. Ve aynen Bediüzzaman’ın dediği gibidir: “Zulüm, başına adalet külahını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada, bağy (isyan, anarşi) ismi takılmış; esarete, hürriyet namı verilmiş! Ezdad (zıtlar), suretlerini mübadele etmişler.”[3]

Bu anlamda partizanlar barıştan ve özgürlükten bahsediyorlar. Barış dedikleri isyan, özgürlük edikleri mahza esarettir. 26 Eylül 20011 tarihli Taraf gazetesine konuşan Şerafettin Elçi gelecekte silaha hükmeden gücünün Kürdistan’a da hükmedeceğini söylemiştir. Aynen Hazreti Musa’nın Beni İsrail’e söylediğine muhatap oluyorlar: (Musa a.s): “Hayırlı olanı, daha değersiz olanla mı değiştirmek istiyorsunuz?[4]  Irkçılık hülyasıyla nasıl da daha geniş kardeşlik zeminini daha darıyla değiştiriyorsunuz? Bu hayrı şerle değiştirmektir. Bugün Türklerin hastalığı ulusalcılık, Kürtlerin ki ise ayrılıkçılıktır. İkisinin tedavisi de ittihad-ı İslam’dadır. Kürtlerin terakki ve tealisi yalnızca ve yalnızca İslam daairesinde anlamlı ve mümkündür. Gelin öyleyse odaları bölmek yerine ortak evi yeniden kuralım. Mugalatacılar için tekraren söylüyorum: Bunun yolu siyasal Kürtçülük değildir.


[1]Münazarat, s: 11, Sözler Yayınevi, baskı tarihi: 1977
[2]Münazarat, s: 26
[3]Hakikat Çekirdekleri / 35

[4]Bakara Suresi, ayet: 61

 

- Reklam -