HASTALIK VE MUSİBETLERDE ŞİKÂYETE HAKKIMIZ YOKTUR

Eklenme Tarihi: 06 Eylül 2018 | Güncelleme Tarihi: 07 Eylül 2018

Aziz müminler,

İnsan olarak hepimiz zaman zaman maddi manevi çeşitli musibetlere maruz kalıyoruz. Zaman zaman da şikâyet ettiğimiz oluyor. Fakat musibet ve hastalıklarda üç cihetle şikâyete hakkımız yoktur.

Birincisi: Sahip olduğumuz her şey Cenâb-ı Hakka aittir. Cenâb-ı Hak, üzerimize giydirdiği vücut elbisesini adeta bir model gibi san’atına mazhar etmekte, zaman zaman o elbiseyi kesmekte, biçmekte, istediği gibi değiştirmekte ve böylelikle üzerimizde muhtelif esmâsının cilvelerini göstermektedir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı gerektirir ve hâkezâ...

مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاۤءُ (Mülkün mâliki, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.)

İkincisi: Hayat, musibetlerle, hastalıklarla arınır, olgunlaşır, kuvvet bulur, yücelir, netice verir, mükemmelleşir, vazifesini yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, tam bir hayır olan vücuttan ziyade, tam bir şer olan yokluğa hizmet eder. Çalışır bir şeyler yaparsak vucut bulur, tembellik eder yapmazsak, yapılması gereken şeyler de vücut bulmamış olur.

Üçüncüsü: Dünya, bir imtihan meydanıdır, hizmet ve kulluk yeridir. Lezzet, ücret ve mükâfat yeri değildir. Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve o ubudiyete çok uygun düşer ve kuvvet verir. Hatta herbir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden,şekvâ değil, şükretmek gerektir.

Aziz kardeşlerim,

 

Bir kısmı müsbet, diğeri menfi olmak üzere iki kısım ibadet vardır. Müsbet kısmı namaz, oruç gibi bildiğimiz ibadetlerdir. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerdir.

Musibet zamanında, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne yönelip, O’nu düşünüp, O’na yalvarıp hâlis ve riyasız bir ubudiyet yapar. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer.

Aziz müminler,

Her insan geçmiş hayatını düşünse, kalbine ve lisanına ya “ah” veya “oh” gelir. Yani, ya teessüf eder, ya “Elhamdülillâh” der.

İnsana “ah” dedirten, eski zamanın lezzetlerinin ayrılığından gelen mânevî elemlerdir. Çünkü lezzetlerin elden gitmesi elemdir. Bazan geçici bir lezzet, daimî elem verir. Düşünmek ise o elemi deşiyor, teessüf akıtıyor.

Buna karşılık eski hayatında geçirdiği geçici elemlerden gelen mânevî ve daimî lezzet, insana “Elhamdülillâh” dedirtir. Bu fıtrî hallerle beraber, musibetlerin neticesi olan sevap ve uhrevi mükâfât, kısa ömrü musibet vasıtasıyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düşünse, sabırdan ziyade, şükretmesi,

اَلَْمْدُ ِللهِ عَلٰى كُلِّ َالٍ سِوَى الْكُفْرِ وَالضَّلاَلِKüfür ve dalâletten başka her türlü hal için Allah’a hamd olsun.” (Tirmizî, Deavât: 45; İbni Mâce, Mukaddime: 23; Dua: 2.) demesi gerekir.

Aziz kardeşlerim,

Musibet zamanı uzundur” diye meşhur bir söz vardır. Halk arasında zannedildiği gibi sıkıntılı olduğundan uzun değil, belki uzun bir ömür gibi, hayatî neticeler verdiği için uzundur.

Eğer insan Cenâb-ı Hakkın verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp, halihazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvâya başlar. Adeta—hâşâ—Cenâb-ı Hakkı insanlara şikâyet eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekvâ edip sabırsızlık gösterir.

Çünkü, geçmişteki musibetli günlerin zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevâlindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekvâ değil, belki mütelezzizâne şükretmek lâzım gelir. Onlara küsmek değil, bilâkis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla bâki ve mes’ut bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki elemleri vehimle düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak divaneliktir.

Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler, içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekvâ etmek, ahmaklıktır. “Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım” diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek ne kadar ahmakçasına bir divanelik ise, daha ortada hiçbir şey yokken ve hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek de öyle bir ahmaklıktır. Böyleleri zaten şefkat ve merhamete layık olamazlar.

Aziz müminler,

Şükür nasıl nimeti ziyadeleştiriyorsa, şekvâ da musibeti ziyadeleştirir. Allah vermesin ama imtihan dünyasındayız, başımıza bir hastalık ve musibet geldiği zaman bütün sabır kuvvetimizi bulunduğumuz saate karşı toplayalım. Rahmet-i İlâhiyeyi, mükâfât-ı uhreviyeyi düşünelim. Fâni ve kısa ömrümüzü uzun ve bâki bir surete çevirdiğini anlayalım ve acı acı şikâyet yerine ferahlı bir şükürde bulunalım. “Oh”, “Elhamdülillâh,” diyerek musibet ve hastalığımızın yükünü ondan bire indirelim. Ayrıca Cenab-ı Allah’ın Zümer suresi 10. Ayette buyurduğu, “Ve elbette sabredenlere mükâfatları hesapsız verilir.” müjdesine layık olmaya çalışalım.

- Reklam -