Fikriyatı ve Fiiliyatı Bağlamında Bediûzzaman’ın İşlevsel Eğitim Metoduna Bir Bakış ve Medresetüzzehra’nın Dinamik İşlevi

Eklenme Tarihi: 23 Şubat 2017 | Güncelleme Tarihi: 04 Mart 2017

Mehmet DOĞAN[1] - Edip DOĞAN**

ÖZET

Osmanlı Devleti’nin her alanda büyük bir çıkmaz ve çöküntü içerisine girdiği 19. yüzyıl aynı zamanda bir arayışlar yüzyılıdır. Bu arayışlar bağlamında İslam âlemini çağın gerisinde bırakan amilleri ortadan kaldırmak amacıyla Muhammed Abduh, Ali Suavi vb. birçok ıslahatçı özellikle eğitimde çağı yakalayabilmek için bir takım tekliflerde bulunmuşlardır. Bazı ıslahatçılar, medreseleri asli hüviyetine kavuşturmak ve çağın gereksinimlerini karşılayacak şekilde yeniden inşa etmek için bir takım ıslahat projeleri sunmuşlarsa da bu dönemde genel olarak klasik medrese eğitimini savunan Osmanlı uleması ile Batı mukallidi aydınlar, birbirinin zıddını temsil eden iki ayrı bağnazlığın temsilcisi olmaktan kurtulamamışlardır. Eğitimde birliğin olmaması, toplumu birbirine yabancılaştırmıştır; bu iç içe geçmiş yabancılaşma da kendisiyle birlikte toplumda kaosa yol açacak bir ‘ötekileştirmeyi’ getirmiştir. Şark vilayetlerindeki azınlıkların yoğun eğitim, ticari ve siyasi faaliyetlerini yakından izleme olanağı bulan ve İngiliz Müstemleke Nazırı’nın bir beyanatıyla hamiyeti galeyana gelen Bediüzzaman, Müslüman toplumunun uyanışı ve yeniden dirilişini sağlayacak orijinal bir eğitim metoduyla ortaya çıkar. Bediüzzaman, henüz çok genç bir yaşta, el-Ezher Üniversitesi’nin -daha verimli olması kaydıyla- kız kardeşi hükmünde tüm İslam âlemiyle ilgilenen ve tüm İslam âlemini ilgilendiren Medresetüzzehra namıyla bir üniversite kurma fikri ortaya atmış ve diğer ıslahatçılardan ayrılan en önemli yönüyle tüm hayatını da bu medresenin tesisi yoluna vakfetmiştir. Bu çalışmada; İslam’ı saf ve aslî nitelikleriyle topluma yeniden kazandırmaya çalışırken diğer yandan da zihinleri Batı’nın enjekte ettiği düşünsel, kültürel ve siyasal sapkınlıklardan arındırmaya çalışan, safi zihinleri bulandırmadan, dinî ve felsefî sorunlara çözümler getiren Bediüzzaman’ın eğitim metodunu orijinal kılan bazı hususlar üzerinde durulacaktır. Bu hususlar; işlevsellik, dinamiklik, sistematiklik ve imtidad yani devamlılık olmak üzere dört ana başlıkta ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Bediüzzaman, Medresetüzzehra, eğitim, işlevsellik, dinamiklik, sistematiklik ve devamlılık.

AN APPROACH TO BEDIUZZMAN’S FUNCTİONAL EDUCATİON METHOD IN TERMS OF THEORY AND PRACTİCE AND DYNAMİC FUNCTION OF MEDRESETTUZZEHRA

ABSTRACT

19th. Century whenOttomanEmpire is in a great dilemma andcollapse is also a century of searches. In sense of thesesearches, Reformerslike Muhammed ABDUH and Ali SUAVI presents someoffers, especially in education, in order toeliminate factors thatlet Islamic World behindthe Age. Althoughsomereformerspresentssome reform projects in ordertoplace” Madrasah” on the irfundamentalidentityandto re-buildthemtomeettherequirements of theEra, Ottomanscholarsdefendingclassicmadrasaheducationand Western imitator intellectuals generally represent stwodistinctbigotryt hatare oppositetoe achother in thisperiod of time. Thefactthatthereisn’tunity in educationalienatesthesocietytooneanotherandthisalienationthatbecomescomplexbringsabout an “othering” thatmaycausechaos in societywithitself. Bediuzzaman, who has thepossibilitytoobserveintensiveeducational, commercialandpoliticalactivities of minorities in East Anatolia closelyandwhosepatriotism is agitatedwith a speech of ColonialMinister of Englandappearswith an originaleducationmethodthatwillsecuretherevivalandresurrection of Islamicworld. Bediuzzaman, when he is veryyoung, offers an idea tobuild a universitynamedMedresettuzzehra –sister of El-EzherUniversityand on conditionthat it will be moreproductivethan El-Ezher- interestedaboutandinterestingwholeIslamic World andotherthan rest of Reformersdedicates his whole life totheestablishment of thisMadrasah. Inthisstudy, it will be focused on featuresthatmakeBediuzzaman’seducationmethodoriginal, who on onehandtriestoearnIslamtothesocietyanewwithitspureandfundamentalsides, on theotherhandtriestodebugintellectsfromintellectual, culturalandpoliticaldeviancesthat is injectedby West, presentingsolutionstoreligiousandphilosophicalproblemswithoutfuddlingpureintellects. Thesefeatureswill be discussedunderfourbasictitles; functionality, vitality, continuityandregularity.

KeyWords: Bediuzzaman, Medresettuzzehra, education, functionality, vitality, continuityandregularity.

 

Medresetüzzehra’yı önerilen diğer projelerden farklı kılan en orijinal niteliklerini şu şekilde başlıklandırmak mümkündür:

a-         Medrese’sini sorunun kaynağında açmak istemesi

b-         Anadilde ve çok dilli eğitimin öngörülmesi

c-         Dini ve fenni ilimlerin mecz edilmesi

d-        Hoca ve talebenin ilmi vasıta-i cer yapmaması yani maddi menfaat beklememesi

İşlevsellik:

Bediüzzaman’ın kafasında fen ve din ilimlerinin okutulacağı işlevsel ve darülfünun formatında bir medrese kurma fikrinin oluşmasında şüphesiz XIX. asrın ikinci yarısında doğuda yoğun olarak faaliyet gösteren, halkın haklı olarak daima temkinli baktığı ve Nursi’nin yetiştiği dönem içerisinde altın devrini yaşamakta olan misyoner okullarının tesiri olmuştur. Bu dönemde azınlık okullarının da yardımlarıyla gayri Müslimler bir yandan fende hızla ilerlerken, bir yandan da da İslâm âlemine bir zehir gibi bulaşacak Fransız İhtilali’nin öğretileriyle donatılmaktadırlar. Yani bu okulların işlevleri başlıca şunlardı: Birincisi; Avrupa emperyalizminin öncü kuvvetleri olarak bilgi toplamak, propaganda yaparak zemin hazırlamak. İkincisi; gayri Müslim vatandaşlar arasında Osmanlı aleyhinde duygular ve fikirler aşılamak.

Said Nursi’nin kafasında ve kalbinde bir medrese fikrinin oluşmasına neden olan olayın Müslümanları sömürgeleştirmeye çalışan bir devletin müstemlekelerden sorumlu bakanının bir beyanatı olması, Said Nursi’nin kafasında kurduğu medresenin işlevleri hakkında bir kanaat edinmemize vesile olmaktadır. El-Ezher üslubunda ama verimliliği yani zamanın yaralarına tiryak olabilmesi sebebiyle Ezher’in kız kardeşi hükmünde olduğu için medresesinin isminin Ezher’in müennesi olarak kullanır.

“Hariçteki kuvvet tahribatı manevidir, o tahribata karşı atom bombası, ancak manevi cihetinde maneviyattan kuvvet alıp o tahribatı durdurabilir.” [Nursi, 2005] diyen Üstad, böylece dışarıda hazırlanıp uygulamaya konulmak istenen topyekûn saldırıların nasıl bertaraf edilebileceğini belirtmiş olur.

Şark medreselerini çok erken yaşta dolaşan ve bunlara ünsiyet peyda eden Bediüzzaman, Mardin'e gelen iki talebeye tesadüf eder. Bunlardan birisi, Cemaleddin-i Efganî'yemensub olup; diğeri, tarîkat-ı Sünûsiyedendir. Bunlar vasıtasıyla hem Cemaleddin-i Efganî'nin mesleğine, hem de tarîk-ı Sünûsî'ye aşinalık peyda etmesi [TH. 2003] onun ufuklarını, yaşadığı coğrafyanın dışına taşırır. Onun ufku artık sadece Kürd coğrafyası değil, Müslümanların yaşadığı her yerdir ve aslında Bediuzzaman’ın hayalini kurduğu medresenin bir hususu da tüm İslâm âlemiyle ilgilenmesi ve tüm İslâm âlemini ilgilendirmesidir. Nursi’nin mektebi, âlem-i İslam’ı ilgilendiren, âlem-i İslam’la ilgilenen ve kucağını tüm kainata açmış büyük misyonların yüklendiği bir eczanedir. Nursi’nin önerileri bir bütündür. Nursi’nin her bir düşüncesi birbirini tamamlar. Nitekim o, sadece Türk cemiyeti için değil, tüm İslâm âlemiyle alakadar olduğunu söyleyip, onların imanı namına bin Said’i bile feda edebileceğini ifade eder. [TH. 2003]  O, yaşadığı coğrafyanın hastalığını bir uzvun hastalığı sandığından,  bu uzvun tedavisi için bir hastane görevi göreceğine inandığı el-Ezher üslubunda bir Üniversite kurmak ve ‘Şark ulemasının saadetini sağlama’ fikriyle gittiği Dersaadet’te sadece uzuvların değil bilhassa kalbin hasta olduğunu teşhis eder, bunun neticesinde; işlevsel ve dinamik bir temele oturttuğu Medresetüzzehra’nın misyonunu daha da genişletir. Artık Medresetüzzehra’nın daha kapsamlı bir misyonu vardır: İslâm dünyası bilhassa Osmanlı içinde uyanmaya başlayan ama İslâm dünyası için fitne çıkarmak, yıkıcılığa sebep olmak ve düşmanlık üretmekten başka bir sonucu olmayan ırkçılık fikrinin önüne geçebilmek için bu akımın karşısına fennî ve dinî ilimlerle mücehhez bir Müslümanlık anlayışı çıkarmak.

Said Nursi’nin düşüncesindeki medrese; bölge halkına aksü’l-amel ettirecek bir siyasi gaye taşımamakla beraber, bölge halkının kimliğini reddetmeden, kimliklerini kaybettirmeden ve onlar üzerinden oyunlar tertipleyecek menfaatler beklemeden bölgeyi kalkındıracak ve İslam âlemine faydalı hale getirecek bir eğitim modeli önermektedir. Yani çıkarcı ve içten pazarlamacı amaçlar gütmemiştir. Bugün Said Nursi’nin sunduğu eğitim modelini tekrar gündeme getiren şey de onun bu samimi tavrıdır. Bu hüsn-ü niyet olmaksızın yapılacak bütün atılımlar akîm kalmaya mahkûmken, hüsn-ü niyetle atılacak küçük adımlar bile büyük neticeler verecektir.  Çünkü; “Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki; şişeleri elmasa çevirir; toprağı altun yapar.” [Nursi, 2006] ve yine Üstad’ın deyişiyle; “Hakikat-ı İslamiye bütün siyasatın fevkindedir.” [Nursi, 2001]

Gerek Türk ve Kürd milletlerinin uzlaşısında gerekse de mektep-medrese ve tekke uzlaşısının yolu elimizde tuttuğumuz siyaset topuzunu bir tarafa atmakla mümkündür. Elli elimiz olsa da ‘Nur’dan başka şeyi tutmamak lazım ve elzemdir. İkinci bir niyet olmaksızın Üstad’ın eğitim modelini hayata geçirmek için kollar sıvanmalıdır. Biz Risale-i Nur’lardan aldığımız derse binaen biliyoruz ki; Mukadderat, bazı şeraitle vukua gelmekte,  ‘şerâitin vuku bulmamasıyla [o şartlarla mukayyed olan] hadisenin de vuku’a gelmeyeceğidir. [Nursi, 2002] bundan anlaşılıyor ki; Üstad’ın müjdelediği ışığı görebilmek için o ışığa zemin ihzar etmek gerekmektedir.

Bediüzzaman’ın çok küçük yaşlardan itibaren medrese medrese dolaşması, medreselerin işleyişini, farklılık veya eksikliklerini de öğrenmesine vesile olmuştur. Medresetüzzehra’nın temelleri birebir müşahede edilen bu teşhisler üzerine bina edilmiştir. Bediüzzaman’ın eğitim metodu, zamanı en iyi kullanarak, gereksiz ayrıntılardan eğitimi arındırmayı amaçlar ve en iyiye, en doğruya, en kestirme yoldan ulaşmayı hedefler. Medreselerde on beş yılda tahsil edilen malumatı birkaç ayda tahsil etmesi ve medreselerde on beş yılda tahsil edilen ilmin, Risale-i Nur’larla on beş haftaya kadar indirilmesi; onun eğitim metodundaki sistematiğinden kaynaklanmaktadır. Lüzumsuz bilgi ve ayrıntılarda boğulma, Said Nursi’nin medreselerinde ve eğitim metodunda kendine yer bulamaz. Bu noktada Peygamber Efendimizin ‘Faydasız ilimden Allah’a sığınırım’ hadis-i şerifinin tam tecellisine mazhariyet vardır.

Eğitim sistemimizin bu noktada Bediüzzaman’dan öğrenmesi gereken çok şey vardır. On iki yıllık eğitim sonucunda vasıfsız eleman olarak mezun olan binlerce öğrenci, belli ki yanlış bir sistemin kurbanı olmuşlardır. Bugün Bediüzzaman’ın eğitim modelinin konuşulması bu bağlamda inşâalah bir fal-i hayırdır.

“Fıtrat, fıtri ve layık olmayan şeyi reddeder, atar.” [Nursi, 2005/2] Bu noktadan hareketle vermeye çalışılan ilacın, terakkiye ve hayırlı işlere medar olabilmesinin yegâne yolu kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmekle mümkündür. Aksi takdirde eğitim kurumları işlevselliğini yitirir ve tüm hareketleri şer ve tahrip hesabına geçer. Umum enbiyanın şarktan zuhur etmesi de gösteriyor ki; Şarkın terakkiyatı din ile kaimdir ve maarif buraya din kapısından başka girecek kapı bulamaz. Aksi halde cehalet hastalığına yakalanmış halk, tiryakı zehir-âlûd zanneder ve elbette istimal etmez.

Bediüzzaman’da dikkati çeken en önemli hususlardan biri de şüphesiz ki dinamik bir düşünce yapısının olması, değişimleri iyi analiz edip değişen şartlar karşısında yeni duruma uygun vaziyet alabilmesidir. Bediuzzaman’ın İstanbul’a gitmeden önce Medresetüzzehra’ya yüklediği misyon ile gittikten sonra yüklediği misyon esasta değişmemekle birlikte daha da genişlemiştir. Nitekim kendi ifadeleriyle söyleyecek olursak: “Gazetelerde neşrettiğim umum makalatımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, asr-ı saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.”[Nursi, 2003] Bu da gösteriyor ki; eski Said ile yeni Said arasında sadece bir üslup farkı vardır, esas düşüncelerinde değişim veya dönüşümler yaşamamıştır.

Osmanlı döneminde medresesiyle gerçekleştirmek istediği şeylere, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte İslâm hattının unutulmaması ve selefle irtibatımızı sağlayacak dilin muhafazası gibi yeni misyonlar yüklemesini bilmiştir. Nursi’nin kendi hayatını üç devreye ayırması da; istikrar ile devam ettirdiği esas düşüncelerindeki değişimlerini değil, değişen dönemler ve şartlara uygun hareket metodu saptadığının göstergesidir. Nursi’nin değişen durumlara göre yeni ufuklar edinebilmesi onun dinamik düşünce metodunu ortaya koymaktadır. Hayatı bir bütün olarak incelendiğinde bu değişen durumlara göre kendinden, düşüncelerinden ve davasından ödün vermeden yeni ufuklar belirleyebilmesi çok manidardır.

Bu bağlamda onun sunduğu eğitim modelinde toplumunu iyi tahlil eden, uzak ve keskin görüşlü bir İslam mütefekkiri portresini görmekteyiz. Bu nedenle düşüncelerini değerlendirirken bir bütün olarak ele almalı, maslahat adı altında onun görüş ve düşüncelerine sansür uygulamamalı, kendi hissi efkârımız bağlamında onun ortaya koyduklarını kesip biçmemeliyiz ki; Üstad’ı doğru değerlendirmiş olabilelim ve aksü’l-amel ile karşımızdakini yanlış yollara sevk etmemiş olalım. Bu bağlamda Risale-i Nur’ların sağlıklı ve tam metnini, Said Nursi’nin yayımlanmayı bekleyen mektuplarıyla birlikte okuyuculara sunmaktan kaçınılmamalıdır. Çünkü Risalelerden aldığımız derslerden biliyoruz ki; en iyi şeyler bozulursa zehir olur. Nursi’nin reçetesine müdahale o reçeteyi ölümcül bir zehre çevirir.

Devamlılıkta iki şeyi kast etmekteyiz. Birincisi, her koşul ve her mekânı mektep haline getirmektir ki, zindanları medrese-i Yusufiye olarak değerlendiren bir anlayışa bu konuda daha fazla örnek vermek gereği duymuyoruz. Devamlılıktan kastımız; Yahya Kemal’in ‘imtidad’ dediği, ‘kökü mazide olan bir ati’ kurma endişesidir. Süreklilik ve devamlılık üzerine inşa edilen kültür ve medeniyetin, değişmeyen, bizi biz eden, kimliğimizi belirleyen bazı özleri vardır. Üstad ‘eski hal muhal ya yeni hal veya izmihlal’ der. Üstad yukarıda değindiğimiz gibi dinamik bir düşünceye sahiptir. Yalnız, köksüzlüğün amansız muhalifidir. Toplumun kimliğini oluşturan unsurların ve mensubu olduğu medeniyetin değişmemesi elzem unsurlarının muhafızıdır. Hâlâ oturtamadığımız eğitim sistemi de, köklerimizden kopmamızın sürecidir. Bugün Avrupa medeniyetinin nimetlerini değil de, sadece o medeniyetin sancılarını çekmemizin nedeni de modernleşme sürecimizin köklerimizden tamamen koparak gerçekleştirilmeye çalışılmasının bir neticesidir.

Kimliğimizde kopukluğumuzun ana nedeni de yüzlerce yıl süzülerek doruk noktasına ulaşan bir dilin muhafaza edemeyişimizdir.

Nursi’nin bir düşünür ve hoca olarak  göze çarpan en önemli faaliyetlerinden sayılması gereken iki önemli vazifesi vardır. Bir medeniyetin temel direkleri sayılan ve köksüzlüğün önündeki en büyük engel olan iki şeyin muhafazası olmuştur: ilki Arabî hattın muhafazası, ikincisi ise; bir medeniyet dilinin muhafazasıdır. Risale-i Nur’lardan tahkiki surette istifade etmiş bir Nur talebesinin “Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa, ‘Risale-i Nur’, Türkçede, lisan üzerinde de imam olacağına; yani yarın hâlis Türkçe olan Risale-i Nur'un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur'aniyedendir demiş olsam hata etmemiş olurum zannederim.” [Nursi, 2005] demesi gibi biz de bu kanaati paylaşmaktayız.

Dikkat edilmesi gereken bir nokta da; Üstad’ın tahayyül ettiği medresenin çift kanatlı olması gerekliliğidir. Dini ve fenni terakkiyatı birden sağlama çabasındadır. Risale-i Nur’un başardığı bir husus da fen ve iman ilimlerini barıştırmasıdır.  Üstad; “Asya akvamını intibaha getirecek, terakki ettirecek; din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise, din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.”dir diyerek bunun ölçüsünü de vermiştir. Nitekim onun, İslâm âleminin merkezi olan Kürdistan’da kurmak istediği medrese, cehaletin her türlüsüyle baş etmiş, fakirlik ve ihtiyaç düşmanlarını yenmiş ve düşmanlığa düşmanlık anlayışının hâkim olması için mücadele verecektir. Sadece bölgemizi ve ülkemizi değil, tüm İslâm âlemini kalkındıracak ve içteki ateşi söndürecek çözüm, Türkiye örneğinde ve önderliğinde kurulacak bir Medresetüzzehra’yla mümkündür. Çünkü ilim ve irfan nuruyla aydınlanmaya ve aydınlatmaya namzet olmayanlar, cehalet narıyla yanmaya ve yakmaya mahkûm edilmiş olurlar. Biz inanıyor ve ümit ediyoruz ki; ‘cevv-i havayı bulutlarla bir saatte doldurup boşaltan’ Cenab-ı Hakk, Mehmed Akif’in şu müjdesini bizlere gösterecektir:

Lakin, bu alev selleri artık dinecektir;

Artık bize nâr inmeyecek, nûr inecektir. [Ersoy, 2006]

Sonuç:

Yine Mehmed Akif’in çok güzel çizdiği tablo, duygularımıza tercüman olmaktadır.

“Kaç yüz senedir bekliyoruz, doğmadı ferda;

Artık yetişir çektiğimiz leyle-i yelda.” [Ersoy, 2006]

Üstad yüz yıl öncesinde Kürt aşiretlerini dolaşırken; “Size bir ders vermek için zamanı tevkil eyledim. Dersini dinlemediniz, dehşetli tokadını yediniz.” [Nursi, 2006/2]dediği gibi, bugün biz de onun ağzıyla söyleyecek olursak, verdiği dersi dinlememenin ağır tokatlarını Türk ve Kürtler olarak yemiş olduk. Çünkü biz Üstad’dan aldığımız derse binaen biliyoruz ki; bizim saadetimiz, Kürd ve Türk’ün hakiki ittihadından doğacaktır. “Hakkın şe'ni, ittifaktır. Faziletin şe'ni, tesanüddür. Teavünün şe'ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe'ni uhuvvettir, incizabdır.” [Nursi, 2005/2] İşte; “Şu medrese neşredeceği semeratla, tamim edeceği ziya ile İslâmiyete edeceği hizmetle ukûl yanında en a'lâ bir mekteb olduğu gibi; kulûb yanında en ekmel bir medrese, vicdanlar nazarında en mukaddes bir zaviyeyi temsil edecektir. Nasıl medrese, öyle de mekteb, öyle de tekke olduğundan; İslâmiyetin ianat-ı milliyesi olan nüzur ve sadakat kısmen ona teveccüh edecektir.” [Nursi, 2006/2]

“Musibet, cinayetin neticesi, mükafatın mukaddemesidir.” [Nursi, 2003] Kaidesince, fiilimizle kadere fetva verdirdik, cinayetimizin musibetleri ağır oldu, mükâfatı ancak Medresetüzzehra olacaktır. Kanaatimiz şudur ki; mühim bir kısım evliyanın ‘şarkta zuhur ettiğini gördüğü ışık’ Medresetüzzehra’dır. Medresetüzzehra üç defa tam tomurcuklanacakken geri kalır. İlkinde hürriyetin ilanı, ikincisinde; harb-i umuminin çıkması son olarak da Kurtuluş Savaşı’nın zafer sarhoşluğu bu hayırlı işi geri bırakmıştır. Biz yine Üstad’dan aldığımız derse binaen biliyoruz ki; ‘hayırlı işlerin muzır manileri çok olur.’ [Nursi, 2002] ve yine aldığımız dersten biliyoruz ki ‘Bir şeyde zahmet ve meşakkat, alâmet-i makbuliyettir.’ [Nursi, 2006] Kanaatimizce İslâm ümmetinin ve bu coğrafyanın çektiği zahmet, meşakkat ve Medresetüzzehra’nın önündeki engeller alamet-i makbuliyet derecesine ulaşmıştır. Temennimiz bu makbuliyetin meyvelerini vermesidir. Çünkü Şarkın en mühim meselesi Medresetüzzehra meselesidir. Çabuk ümitsizliğe düşen hamiyet, hamiyet değildir kaidesinse, Mehmed Akif’in müjdesinin doğacağı günlerin geldiği inancındayız. Der ki Akif:

“Madem ki Hakk’ın bize va’dettiği haktır,

Şarkın ezelî fecri yakındır, doğacaktır.” [Ersoy, 2006]

Eğitimde yenilikler yapıldığı bu dönemde biz de eski hatalara düşmeyip, bu toplumun kendine has dinamiklerini bilmeyen yabancılardan istifade etmeye çalışmaktansa bu toplumun fıtratına uygun bir metot sunan Bediüzzaman’ın eğitim modelinde karar kılalım ve yine toplum olarak ortak paydamız olan Üstad Bediüzzaman ortak paydasında buluşalım. “Bu duamıza zaman ve zeminin şerait-i hayatiyesi ve müsalemet-i umumiyenin lüzumu da ‘amin, amin’ diyor ve diyecektir.” [Nursi, 2005]

Kısaca şuna da değinmek isteriz ki; Medresetüzzehra’yı Kürdlerin Türklere entegre süreci olarak görenler, yüzyıllık sorunu hala anlayamamış olanlardır. Kürd milleti de diğer milletler gibi esir olmak istemediği gibi ecir de olmak istememektedir. “Göze bir saç düşse başa düşen bir taş kadar incitir.” Şarki Anadolu İslâm coğrafyasının gözü hükmünde olduğundan, burada ona uygun vaziyet almak, özellikle ehl-i ilmin şe’nidir. ‘Hale mutabık, yani ilcaat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasib söz söylemek’ ve ona uygun programlar hazırlamak ehl-i ilmin boynunun borcudur. [Nursi, 2004]

Buradan üç zulmün kıskacında yılmadan yıkılmadan Kürdistan medreselerinin namusunu muhafaza eden, Şarkın sarp ve yalçın dağlarının hürriyet kokusunu tatmış Kürdistan’ın uleması olan Melalar ve Seydalara hitap etmezsek bahsimiz natamam kalacaktır! Sizler, kavlinizle ve fiilinizle Üstad’ın beşaretini doğruladınız ve bugünden sonra da doğrulamak boynunuzun borcudur. Tâ ki Said’in ‘hanien lekum’ ‘helal olsun sizlere’ sedası kulaklarınızda çınlasın. İnanıyoruz ki Üstad’ın ‘hanien lekum’ ‘helal olsun sizlere’ hitabı sizleri tebşir etmektedir. Ancak sizlerin hamiyeti sayesiyle ‘kalbden fikre karşı menfez açılır… Tâ ki şecaat-i akliye-i medeniyet meydanında, namus-u millet-i İslâmiyepâyimal olmasın.’ [Nursi, 2004]

Sonuç olarak, Bediüzzaman Türk ve Kürdlerin müşterek kabullendiği ender insanlardandır. Bediüzzaman paydasında buluşmak, en kestirme uzlaşı yoludur. Üstad’ın hakemliğinde üretilecek tüm çözümler vicdan sahibi herkes tarafından kabul edilecektir. Yeter ki Üstad’ın hakemliğini, meslek ve meşrep taassubundan kaynaklanan itirazlarla eğip bükmeyelim ve kabul etmekten yüz çevirmeyelim.

Kaynakça:

Nursi, Said (2005) Emirdağ Lahikası II, Envar Yayınları, İstanbul.

Nursi, Said (2003) Tarihçe-i Hayat, Envar Yayınları, İstanbul.

Nursi, Said (2006) Kastamonu Lahikası, Envar Yayınları, İstanbul.

Nursi, Said (2001) Hutbe-i Şamiye, Envar Yayınları, İstanbul.

Nursi, Said, (2002) Lem’alar, Envar Yayınları, İstanbul.

Nursi, Said (2005/2) Sözler, Envar Yayınları, İstanbul.

Nursi, Said (2006/2) Münazarat, Envar Yayınları, İstanbul.

Nursi, Said (2004) Divan-ı Harb-i Örfi, Envar Yayınları, İstanbul.

Ersoy, Mehmet Akif (2006) Safahat, Akpınar Yayınevi, İstanbul.


[1]Türk Dili ve Edebiyatı Öğr. Adıyaman, me.dogan02@gmail.com

** Okutman, Adıyaman Üniv. edip_adiyamanli@hotmail.com

Medrsetüzzehra Sempozyumu, Van 12-14 Ekim 2012, Merak Yayınları, Risale Akademi, Bilimsel Etkinlikler Serisi: 8, s. 511-520, Ankara. 

- Reklam -