DUYGU YÖNETİMİ EĞİTİMİ

Eklenme Tarihi: 30 Aralık 2018 | Güncelleme Tarihi: 30 Aralık 2018

Kadir AYTAR

İnsan mükemmel donanımlara ve gelişmeye açık, çok istidatlı ve kabiliyetli bir varlıktır. Bu nedenle karşılaştığı ve yaşadığı olaylara karşı tepki verir. İnsan tepkisini ortaya koyarken duygularını kullanır. O anda hangi duygu yoğunluğunu yaşıyorsa, olaylar karşısında gösterdiği davranışlar da o yönde gelişir. Diğer insanlarla olan iletişimimizi sahip olduğumuz duygularımız yönlendirmekte ve şekillendirmektedir. Dolayısı ile duygularımızı olumlu ve pozitif düşüncelerle beslememiz gerekmektedir.

Olumlu ve güzel düşüncelerini geliştirebilenler etraflarında olup bitenin farkına olurlar. Duygularımızın esareti altında olduğumuz zaman hatalı davranışlardan kurtulmamız mümkün değildir. Duygularımızı yönetebildiğimiz takdirde doğru davranışlar üretebiliriz. Görünmeyen karanlık noktalarımız ancak akıl süzgeçinden geçirilirse görünür kılınaabilir. Duygularımızı yönetebilmek ufkumuzu açacaktır.

Sosyal hayatta başarıyı zekâ değil, duyguları iyi yönetebilme becerisi sağlar, çevresindeki insanların duygularını anlayabilir, onların da duygularını etkileyebilme ve yönetebilme maharetine sahip olabilir.

Duygu; bir nesne, olay ya da kişinin, insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenimlerdir. Duygular insanın fıtratı gereği, gizli ve çok değişkendir. Bunda da karakter özelliklerimiz, geçmişteki deneyimlerimiz çok etkilidir.

Olumlu ya da olumsuz bütün duygular, hayatımızın ayrılmaz bir parçasıdır ve her birinin de çok önemli görevleri vardır.

Birçok psikolojik ve psikiyatrik sorun, duygularımızı yönetemememizden kaynaklanmaktadır. Duygularımızı kontrol altına alabilmemiz, hem ruh sağlığımızı koruyacak, hem de hayatımızı kolaylaştıracaktır.

Fıtrat, İstidat ve Kabiliyet Dili

İnsanların fıtrat, istidat ve kabiliyet dilleri olduğu gibi, toplumlarında fıtrat, istidat ve kabiliyet dilleri vardır. Karşımızda bizi etkisi alan Doğu ve Batı diye iki medeniyet var. Biz doğu toplumuyuz. Ekser peygamberler bizleri irşad için gelmiş ve kalplerimize hitap etmiştir. “Kaderin bir işaretidir ki, doğuyu ayağa kaldıracak olan kalptir.” (Mesnevi-i Nuriye, Hubab, s.131, erisale) Dolayısıyla bizim insanımızın eğitiminde esas olan kalbe ve kalbin şubeleri olan duygulara hitab etmek gerekmektedir.

İnsanda tekemmül etme, hakikati arama meyilleri vardır. Sınırsız ihtiyaçlar, bu meyilleri sürekli tahrik etmektedir. Hakikati aramada kullanabileceğimiz bir duygumuz daha var o da vesvesedir. İfrâta varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla vesvesenin aslı teyakkuza, dikkatli ve tedbirli olmaya sebeptir, araştırma yapmaya sevk eder, ciddiyete vesiledir. Lâkaytlığı atar, korkuları def eder. (Sözler, 21. Söz, s.374)

Kâinattaki fıtrat kanunlarına uygun hareket edilmezse, hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olunamaz. Kötü ve tahrib edici sonuçlara götürür.  (Tarihçe-i Hayat, s. 229)

Eğitimin Üslubu

Eğitimin üslubu yumuşaklıkla kalplerin derinliğine nüfuz edecek şekilde olmalıdır:

“Ey Aişe! Allah refiktir. Yumuşak davranmayı sever. Sert davranış karşılığında vermediğini, yumuşaklık karşılığında verir. Allah bütün işlerde yumuşak davrananları sever.” (Buhari, Daavat, 59; İsti’zan, 22; Müslim, Birr, 77; Ebu Davud, Edeb, 11; Tirmizi, İsti’zan, 12)

Eğitimci evvela kendisini öğrencilerine sevdirmelidir. Bu da onlara yumuşak ve sempatik davranışlarla ve onların seviyesine inerek yapılmalıdır.

Eğitimci derslerini akla ve mantığa uygun (İşârâtü’l-İ’câz, s. 125), asrın ilim ve fen seviyesine göre müsbet metotlarla akla ve kalbe hitab ederek ikna ve ispat yoluyla (Tarihçe-i Hayat, s.887) muhatabın ahvalini, maksadı ve makamı nazara alarak ve ahvalin gereği üzere anlatması gerekir. (İşârâtü’l-İ’câz, S.290) Aksi takdirde kendisi anlatacak ve kendisi dinlemek zorunda kalacaktır.

Bir sınıfta bütün öğrencilerin aynı seviyede olması beklenemez. Ancak sınıf ortalamasını iyi belirlemek ve bütün öğrencilerin anlayabileceği münasip üsluplarda, sade ifadelerle kolay anlatımla cezb edici bir düzen içerisinde, açık ve kolay anlaşılır bir tarzda bir anlatım tercih edilmelidir. (Sözler, 25. Söz, s. 557) Öğrencilerin görsel, duysal, işitsel zekâları da dikkate alınması gereken önemli bir konudur.

Güven Duygusu

Öğrencinin güvenli bir ortamda eğitim alması gerektiği gibi, eğitimin verimli olabilmesi için eğitimciye de güven duyması gerekir. Yani eğitimci, öğrencinin güvenini kazanmalıdır. Eğitimci yaşantısıyla, hareketleriyle dürüstlüğüyle, özü sözü bir olmasıyla ve sağlam karakteriyle güven verici olmalıdır. Özellikle öğrenci ile bire bir eğitimlerde bu güven duygusu çok etkili olacaktır.

Güven,  asayiştir, itimattır, korkusuzluktur, huzurdur, sükûnettir. Gerçek selamet ve emniyet yalnız Allah’a imandadır. Her şeyin dizginlerinin Allah’ın elinde olduğunu bilen insan, tevekkül ve itimat ile Rabbine iltica etmekle olacaktır. Kadere iman, hadsiz keder ve endişe ve korkunun ilacıdır.      

Bir ailenin saadetini temin eden en önemli unsurlardan birisi emniyettir. Eşler birbirinden emin olmalıdırlar. Birbirlerine emniyet edemezlerse aile kurumu yıkılır. Yıkılan ailelerde esas göçük altında kalan ise masum çocuklar olmaktadır. Bu da öğrencilerin eğitimine çok zarar vermekte, birçok psikolojik sıkıntıları küçücük omuzlarına yüklemektedir.

Yardım Etme Duygusu

Batı felsefesinin toplumumuza empoze etmeye çalıştığı “Hayat bir mücadeledir” yanlış anlayışından kurtulup “Hayat yardımlaşmadır” esasına göre hareket etmemiz gerekmektedir. Yardımlaşma muhabbeti artırır, birlikte çalışmaya teşvik eder, rekabet ve kıskançlığın önüne geçer. Eğitim mekânlarında uygulamalı ve teorik eğitimler yapılırken öğrencilerin yardımlaşma, şefkat ve merhamet duygularının geliştirilmesi için yardım kuruluşlarına ve mekânlarına götürülerek bizzat yardım yapmaları sağlanmalıdır.

Empati

Öğrencilere sık sık kendilerini sorgulama ve kontrol etme eğitimleri verilmelidir. Enfüsi tefekkür yapmaları sağlanmalı, kendilerini başkalarının yerine koyma kabiliyetleri geliştirilmelidir. “Arkadaşımın başına gelen şey benim başına gelse idi ne olurdu?” Sorusunu kendilerine sormaları sağlanmalı, acıma, arkadaşlarını anlama, onların hissettiklerini hissedebilme ve yardımlarına koşma duyguları geliştirilmelidir. Empatiyi sağlamanın en etkili yolu oruç tutmaktır. Tok olan açın halinden anlamaz. 

İç Denetim/Kontrol

İnsan günlük hayatında kıskançlık, hırs, açgözlülük, haset, makam mevki sevgisi, korku, intikam, kin besleme, düşmanlık gibi duygulara dayalı olarak birçok hatalar yapar, gel gitler yaşar, bunalımlara düşer, pişmanlıklar duyar, kendini kaybeder. Bu davranışların sonucunda oluşacak sıkıntılar, akıbeti göstermekle gemlenebilir. Bizi yaratan Allah’ın, her an, her şeyi görmekte olduğunun farkında olmalı ve sık sık vicdan terazisine başvurulmalıdır.

Kontrollü olmayı iman besler. İmansız kontrol, yavan, faydasız ve süreksizdir. İfrat ve tefrit arasında gidip gelen duygularımızın serseri, dengesiz ve perişan halleri, kendimizi kontrol etmeyi imkânsız hale getirir. Beklemeye tahammülü olmayan, zaaflarına her an yenik düşen, son derece âciz, zayıf ve fakir olan insanı; vesvese, korku, güvensizlik ve kararsızlık gibi girdaplara düçar olmaktan; kanaate, şükre, kararlılığa, güçlü bir irade ortaya koymaya, zaafiyet ve kendine güvensizlikten kurtarmaya ancak kuvvetli bir iman vesile olabilir.

Merak duygusu

“Merak ilmin hocasıdır.” Eğitim, merak uyandıracak sorularla desteklenmeli ve merak duygusu uyandırılmalıdır. Bunun için gerektiğinde ve müfredat hazırlanırken editörlerden, senaristlerden yardım alınmalıdır. Eskiden “Arkası Yarın” şimdi de TV dizilerinde en merak edilecek yerlerde diziyi keserek insanlar bir hafta boyunca meraklandırılmaktadır. Eğitimde de bu uygulanabilir hale getirilmelidir. Lüzumsuz şeyler için meraklandırmaktan kaçınılmalıdır. Soru soran öğrenci meraklı ve öğrenmeye istekli demektir.

Korku Duygusu

Korku insana hayatını muhafaza etmesi ve karşılaştığı riskli durumları bertaraf edebilmesi için ihsan edilmiştir. Her şeyden korkmak veya hiçbir şeyden korkmamak gibi aşırılıklar insanı felakete sürükler. Eğitimde bu ikisinin ortası olan gerekli korku ile eğitime katkı sağlanmalıdır. Akıbeti göstermek ya da fikren istikbale yolculuk yaptırarak ve öğrencinin karşısına çıkabilecek olan sonuçlar üzerinde düşünmesini sağlayarak tedbir aldırılmalı ya da istikamet verilmelidir. Sınav, başarısız olma, sınıfın karşısına çıkma, mahcup olma, sınıfta kalma, öğretmenin soru sormasından çekinme, velisine karşı hesap verme gibi öğrenci korkularını sıralayabiliriz. Çalışan öğrencinin bu korkuların çoğundan kurtulması kolay olacaktır. Diğer korkular da grup çalışmaları, ders anlattırma, sunumlar yaptırma gibi değişik programlarla aşılabilecektir.

Sevgi/Muhabbet Duygusu

En temel duygularımızdan ve varlıkları birbirine bağlayan nurani bağlardan birisi muhabbettir. Eğitim, bu aslî duyguyu insana fark ettiren ve hayata geçirmesini sağlayan bir araç olmalıdır.

Eğitimci öğrenciye kendisini ve dersini sevdirmelidir. Öğrenci sevdiği öğretmenin dersini iyi dinler ve öğrenir. Gayrete gelir, mahcub olmamak için çalışır.

Yaratılışın en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, Allah’a imandır. İnsanlığın en âlî mertebesi ve en yüksek makamı Allah’ı bütün isim, sıfat, fiil ve esmasıyla tanımaktır. İnsanlığın en parlak saadeti ve en tatlı nimeti Allah’a muhabbettir. İnsan ruhu ve kalbi için en halis ve safi bir sevinç Allah’a muhabbet içindeki ruhani lezzettir. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, nurlara, sırlara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, elemlere ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur. (Mektubat, 20. Mektub, s.318)

Sevgi duygusunun hakikatine vakıf olabilmek ve beklenen neticeleri alabilmek için fıtratın ve mülkün sahibi olan Allah, bütün isim, sıfat, fiil ve esmasıyla tanıtılmalı, marifet ve Allah’a muhabbet kazandırılmalı, diğer sevdikleri de Allah’ın hesabına sevdirilmelidir. Mecazi muhabbetler ancak bu şekilde hakiki muhabbete dönebilir.

Yüce Allah, insanın kalbini, kendisine iman ve muhabbet etmesi için yaratmıştır. Kalbe yerleştirilen bu muhabbet, kâinatı istila edecek kadar da geniştir. Bu kadar geniş ve nihayetsiz muhabbete, elbette nihayetsiz bir kemâl sahibi olan Allah layıktır. Nitekim muhabbetin merkezi olan kalbe; Samed (her şey Kendisine muhtaç olan) âyinesi denilmiştir.

Kendisini beğenen ve seven adam başkasını sevmez. Sever gibi görünse de samimi sevmez. Belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır ve kusuru nefsine almaz. Bu nedenle insan, kendi nefsine muhabbet yerine, düşmanlık etmeli veya acımalıdır.

Meşru olmayan bir muhabbetin neticesi merhametsiz azap çekmektir, belalı bir musibettir. Çünkü insan fıtraten Cenab-ı Hakk’ın zâtı, sıfatları ve isimlerine sarf etmesi gereken muhabbeti, nefsine ve dünyaya, meşru olmayan bir surette, sarf ettiğinden, hak ettiği cezayı çeker.

Şu âlemde hiçbir şey kararında kalmadığından çaresiz insan kalbi her vakit yaralanıyor. Daima ızdırap içinde kalıyor. Akıllı insan, bütün o muhabbetleri, nihayetsiz kemâl ve cemâl sahibine yani ne vakit hakiki sahibine verirse, o vakit bütün eşyayı onun namıyla ve onun âyinesi olduğu cihetle ızdırapsız sevebilir.

Peygamber Efendimiz; “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” buyurarak muhabbetin, imanın bir hassası olduğuna işaret etmektedir. Dolayısı ile toplumun kemâline ve yücelmesine ilk ve en birinci basamak kardeşlik ve muhabbettir.

Vicdan Duygusu

Vicdan içimizdeki adalet terazisidir. Her hareketimizde ona danışırız. Kötü bir şey yaptığımızda vicdan azabı çeker, iyi bir şey yaptığımızda da mutlu oluruz. Vicdan, ortak aklın neticesinde ihdas edilen kanunlardan sonra, bizim sağlıklı ve hakperest kararlar verebilmemiz için bize ihsan edilmiştir. Vicdanın ziyası din ilimleridir. Aklın nuru da fen ilimleridir. Sağlıklı kararlar verilebilmesi ve terakki sağlanabilmesi için ikisinin imtizac ettirilmesi gerekir. İkisi ayrı ayrı olduğunda vicdansızlığı ve merhametsizliği ziyadeleştirecek, birlikte yaşamanın ahengini bozacaktır. Duygulara yön verecek vicdanlardaki diyanet ve halis niyet hissi devreye girmesi lazımdır. Aksi takdirde süflî duyguların ortaya çıkmasının önü açılmış olacaktır. Esas olan yüzlerin, Allah’ın yaratmış olduğu fıtrata doğru yöneltilmesidir. (Rum Suresi, 30/30)

Hırs Duygusu

Hırs; öfke, azgınlık, şiddetli ve sonu gelmez istek ve arzular anlamına gelmektedir. Kanaatsizliğin zıddıdır. Allah’ın insan fıtratına yerleştirdiği hırs, İslam terbiyesi ile terbiye edilmediği takdirde Allah’ın gazabını celbe sebep olur. Çünkü insan hırs ile haram helal dinlemeden arzularına kavuşmak ister. Hırsı kanaatsizlik artırır; zekâ, iktidar ve şiddetli arzular tahrik eder. Hırslı olan insana bütün dünyanın lezzeti, serveti ve saltanatı verilse yine de doymaz. İsrafa sebeptir. İsraf da hırsı netice verir. Halbuki insanın fıtratına yerleştirilen bu şiddetli hissiyat Allah’ın rızasını ve âhireti kazanmak için verilmiştir.

Dünyayı sevmek mecâzî hırstır. Mecâzî hırsın hakiki hırsa çevrilebilmesi ise, dünyanın âhiretin ve cennetin geçici bir fidanlığı olduğunun bilinmesiyle ve o doğrultuda gayret sarf edilmesiyle olacaktır.

Özellikle mü’minde hırs, zarar ve sefâlet sebebidir. İslam hayatı için bir marazdır. Kanaatsizlik sebebiyle çalışma şevkini kırar, şükür yerine şikâyet ettirir, meşrû az kazancı terk ettirip gayr-ı meşrû külfetsiz bir malı arattırır. İnsanların yardımlarından mahrum bıraktırır. İhlâsı kırar, riyâ kapısını açar, hem izzetini kırar dilencilik yolunu gösterir. Hırs kontrol edilmediği takdirde dünyanın başına savaş belasını açabilecek güçtedir.

Hırs yerine kanaat ve meşru dairede azimli olmak ikame edilmelidir. Kanaat şükretmeyi, daha çok çalışmayı gerektirir ve başarıyı getirir.

İnat Duygusu

İnat çoğu zaman insana zarar verir. Basit şeylerden dolayı yıllarca birbiriyle dargın duran insanları etrafımızda görüyoruz. Bu duyguyu da iyi yönde kullanmak gerekir. İyi şeyler yapmakta, düzenli ders çalışmakta sarf edilmesi gerekir. Mesela, namaz kılmakta, oruç tutmakta, insanların yardımına koşmakta inat edilse, inat duygusunu güzelleştirmiş oluruz.

Endişe Duygusu

İnsan hayatından ve zarar görmekten endişe eder. Endişe iyi yönde kullanıldığı takdirde uyanıklığa ve dikkatli olmaya sebeptir. Kadere iman, endişeleri giderir.

Başarı odaklı eğitimler, insanları hırsa, gurura, kıskançlığa, belki haram helal sınırlarını aşmaya sevk etmektedir. Elinden gelen bütün gayreti gösterdikten sonra, neticeyi Allah’a bırakmak ve tevekkül etmek, Allah’ın verdiği neticeye de rıza göstermek lazımdır. Neticeye itiraz eden Allah’ın taksimini, yani kaderi tenkit etmiş olur. Kaderi tenkit eden de başını örse vurur kırar.

Sabır Duygusu

Sabır, hikmet basamaklarına riayet etmek demektir. Usulüne göre çalışmadan kazanılmaz. Merdivenin basamakları tek tek çıkılır. Atlayarak çıkıldığında düşülecektir. Temel yapılmadan evin üstü çıkılmaz yoksa yıkılır. İşte insanın bu basamaklara riayet etmesi sabırdır. Sabırsız davranan bu basamaklara uymak istemez. Bir an önce, haram helal demeden haksız yere sonuca ulaşmak ister. Sabretmeyen, hırs gösterir, kanaatsiz olur sonuçta da zarar eder. En iyi sabır eğitimi oruçtur. Batı felsefesinden ders alan öğretmenler, çocukların oruç tutmalarına engel olmaktadırlar ve “ağaç yaş iken eğilir” atasözünü unutmaktadırlar.

Tenkit Duygusu

Tenkit insaflı, yapıcı ve kırmadan yapılmalıdır. Karşıdaki insanı ezmeye, küçük düşürmeye, rencide etmeye ve şevkini kırmaya çalışmak, hatta kişiliğine saldırmak çok zararlıdır. Yapılan çalışmaları engeller. Tenkit yapılırken kişilikten ziyade davranış tenkit edilmeli, olması gereken şey nazikçe incitmeden söylenmelidir. Eleştiri, insaflı ve hakikat nazarıyla yapıldığında, insanlara eksikliklerini tamamlama fırsatı verir, iyi taraflarının da takdir edilmesini sağlar. Bir nevi müzakere olacağından fikirlerin parlamasını sağlar.

Duygu Zekâsı

Duygu; insanın beş duyusu ve sair duyguları aracılığı ile duydukları ve hissettikleridir. Duygusal zekâ dakişinin hem kendi, hem de başkalarına ait duyguları anlaması olarak tanımlayabiliriz. Duyguların yönlendirebilmesi ve empati kurabilmesi tamamen duygusal zeka ile bağlantılı konulardır. Kısaca duygusal zekâ, “duyguların akıllıca kullanılmasıdır” diyebiliriz.

Maddî ve manevî olarak birçok cihaz ve duyguları, insanın vücuduna Yüce Allah yerleştirmiştir ve bunlar, insanın bünyesinde birer çekirdek gibi geliştirilmeye açık bir şekilde durmaktadırlar. İnsanın duyguları, akıl, düşünceler, sınırsız ihtiyaçlar, birçok vazifeler ve kabiliyetli olduğu her tür ibadetler sayesinde gelişmektedir, hassasiyetleri artmaktadır ve çeşit çeşit arzuları uyanmaktadır.

İnsandaki duygular, güzel yönde kullanılır ve geliştirilirse,  kendilerine layık bir tarzda mükemmelleşecektir. Eğer insan, bu manevî cihâzları yani hisleri, nefsin hevesâtına sarf edecek olursa, mutsuzluk, bunalım, stres, hayattan lezzet alamama gibi sıkıntılarla birlikte kendisine geri dönecek ve manevî sorumlulukları da üzerine yükleyip gidecektir.

İnsana verilen kalp, sır, akıl, ruh, hayal ve sair duyguların gerçek anlamda yücelmesi, her birinin kendilerine layık hususi ubudiyetle meşgul olmalarına bağlıdır. Dalalet ehlinin yaptığı gibi, dünyanın bütün zevklerini, hatta en süflilerini tatmak, o uğurda bütün duygularını koşturmak yücelmek değil, alçalmaktır.

Duyguların yegane gayesi; milyonlarca çeşit nimetleri bize veren Allah’ın bütün nimetlerinin her bir çeşidini hissedip şükretmek ve ibadet temek, İlâhî isimlerinin tecellilerini bilipduyguların terazileriyle, İlâhi rahmet hazinelerinde toplanan nimetleri tartmaktır.

Ulvî duyguları ancak dînî ve millî değerler uyandırabilir. Özellikle doğu insanını uyandıran hissin, din hissi olduğunu ekser peygamberlerin doğuda gelmiş olasına bağlayan Bediüzzaman, millî hamiyet, kardeşlik, muhabbet, hürriyet, cehalet ve zulüm karanlıkları altında kalan binlerce âlî duyguyu Arap Yarımadasında, bedevî ve dağınık bir kavim içinde inkişaf ettiren ve öğreten harikulade zatın Peygamber Efendimiz (a.s.m.) olduğunu belirtmektedir.

Sonuç

İnsanda sınırsız duygular vardır. Bu duyguların her birinin de sınırı yoktur. Duyguların; ifrat, tefrit ve orta dereceleri bulunmaktadır. Sağlıklı bir insan, bu duyguların ortasını bularak istikamet dairesinde hayatını devam ettirendir. İnsan duygularını kötü tesirlerden kurtararak iyi ve güzel taraflarına yönlendirmeli ve yönetmelidir. Vaizlerin nasihatlerinin tesir etmeyişinin sebebini “şunu yapma, bunu yapma” gibi adeta “fıtratını değiştir” anlamına gelecek şekilde olmasına bağlayan Bediüzzaman, her zaman bütün duygu ve davranışları iyi taraflarına yönlendirmeyi önermektedir.

Ulvî duyguları ön plana çıkarıp onların gelişmesini sağlamak, musibetlere karşı sabır, nimetlere karşı da şükür içinde olmak, bütün duygu ve düşüncelerle umûmî maksada müteveccih olmak, yaratılış maksatlarına uygun hareket tarzını benimsemek, İlâhî kuralların duygu ve düşüncelere hâkim olduğunu göstermek, geçerek duygu duruluğuna erişmek ideal bir mümin tipini ortaya çıkaracaktır.

- Reklam -