Dr. Suad Alkan’ın konferansından notlar

Eklenme Tarihi: 09 Mayıs 2013 | Güncelleme Tarihi: 31 Aralık 2016

 

Adım Adım Said Nursi Bitlis Günlerinin 5.sinin yapıldığı programın 2. günü Dr. Suad Alkan’ın “Risale-i Nur’da Modern Bilim ve Medeniyet” konulu konferansı Eren Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Doğru’nun hoş geldin konuşması ile başladı.
Bu konferansın Fransa’da hazırlamış olduğu doktora tezinin konusu ile ilgili olduğunu ve gazetecilik hayatında fizik ve Allah, Allah ve felsefe, Allah ve sosyoloji, Allah ve tabiat, Allah ve sanat gibi 1980’li yıllarda entelektüel çevrelerde büyük ses getiren konularda araştırma gezisi yaptığını, özellikle Türkiye’deki uzmanlardan Sanat ve Allah konusunda herhangi bir bilgiye erişemeyince Fransa’ya gittiğini ve orada görüştüğü flozofların desteği ile bu tezi hazırladığını belirten Dr. Suad Alkan’ın “Risale-i Nur’da Modern Bilim ve Medeniyet” konulu konferansından notları aktarıyoruz:
 
Modern Bilimin doğuşu ile birlikte ortaya çıkan, pozitivist/olgucu ve rasyonel/akla dayanan düşüncelerin meydana getirdiği sapmalar, kozmoloji/kevniyat, antropoloji/beşerî ilim ve din gibi üç alanda incelenmektedir.
 
O dönemde, yalnız dünya ile ilgili sınırlı sorular, Olağanüstü durum/sırların, bir tarafa bırakılmasına ve Bütüncü Bir Dünya Anlayışının silinmesine sebep olmuştur.
 
Kant’tan Ogüst Komt’a kadar filozoflar, dinden bağımsızlaşmış bir dünya anlayışı hazırlamışlar, onların konuşmalarında ilim ve sanat Din; insan, Tanrılık makamında yorumlanmıştır.
 
Felsefenin 17. yüzyıldaki Teknik ve Bilim İnkılâb ve 18. yüzyılın “Hümanist İhtilalinden, yani 1789 yılından itibaren, modern dünyada, metafizik ve ruhçuluğun yıkıldığı görülmüştür.
 
Deizm ismiyle Modern Téologie/İlahiyata giren yeni din anlayışı, Septisizm/şüphecilik’e ve Materyalizm/maddecilik’e yol açmıştır. Bediüzzaman, evrensel anlamda İlâhiyat, İnsan ve Tabiat konularında hem doğu’yu hem Batı’yı birlikte eleştirinceye dek, bu akımların doğru mu, yanlış mı; hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğu şeklinde ispat veya onlara karşı çıkış diye bir hareket olmamıştır.
 
Dünya’nın geçirdiği Büyük Manevî Buhran çoklarına göre bir düzensizlik ve yok olma tehlikesi gösteriyor.
 
Bunun karşısında Modern Sanat ve Kuantum Fiziğinin yeniden maneviyatlaştırmadaki rolü, daha önemlisi, Bediüzzaman’ın gösterdiği reçetelerin kullanılması, Global/dünya ölçüsünde, Doğu ve Batı ötesi, düşüncesi çerçevesinde yeni bir dünya dili ve yeni bir insanlık medeniyetinin doğması anlamı taşıyacaktır.
 
Çağdaş Dünya’da değerler kaybının sebebi, Avrupa’da son yüzyılların kâinatı kavrama modelinin, Dış Dünya ile İç Dünya ayrılığı üzerine kurulmuş olmasıdır. Bu, pozitif felsefî ve sosyolojik kavramlaştırma, incelediği nesneleri, iç benliğe yayılmış olan his ve fikirlerden bağımsız telakki eder.
 
Hakikî bir müminin hayatında İman, en mühim bir görüş noktasıdır. Çünkü dünya şaşkın, hayatın, geleneksel/an’anevî belirleyici izleri kaybolmuş ve bir çözüm gerektirmektedir. Bir kriz/buhran durumu geçiren eski medeniyetler, bir kaç asırdan beri alt üst olmuştur.
 
Her şeyden önce Modern Düşüncenin, dinî anlayıştan nasıl kopabildiğini, geçmişteki İmanın önce Hıristiyan, sonra da İslâm Dünyasında, nasıl tesirsiz hale geldiğini anlamak gerekiyor.
 
İlk planda göstereceğimiz gelişme, Modern Bilimin ortaya çıkışı ve bunun, Tabiat, İnsan ve Allah hakkındaki sonuçlarıdır.
Modern Bilim, doğuşuyla birlikte Olağanüstü durumları, Sırları bir tarafa bıraktı. Maalesef biz o sırları saklamaya devam ediyoruz.
 
İnsanlığın, ilk zamanlarda, mantık öncesi, mistik/manevî gerçek bir anlayıştan memnun olduğu anlaşılıyor. İptidaî kavimlerin manevî düşünce veya mistik ilim denilen kültürleri, ilmî düşüncenin ilk şeklini gösterir.
 
Sonra bilhassa ilme yüz çevirmiş Batı ruhbanlık ve rüçhanlık dünyasında, daha Pozitivist ve Rasyonel tabiat düşünceleri üretildi.
 
Bilimin bu ilk etkisi, Holistik bir dünya anlayışını silmek olmuştur.
 
Holistik Yaklaşım, İnsan tecrübesinin bütünlüğüne yaklaşma geleneği, Rönesans’ta Modern Bilimin doğuşuyla mühim değişikliğe uğradı. İnsanlar bütün bir gerçeğe ulaşmak yerine, yalnız dünya ile ilgili, sınırlı sorular sormaya başladılar.
 
Madde nedir?
Hayat nedir?
Kâinatın mahiyeti nedir?
Bir boru içinde su nasıl akar?
Su yere nasıl düşer?
Kanın damarlarda akmasını sağlayan nedir?
İki nesneyi birbirine sürterseniz ne olur?
 
Gibi Müphem/mahiyeti kapalı olmayan cevapların, daha kolay elde edildiği, birbirinden ayrı hadiselerin araştırılması meyli yüzünden, umumî sorulardan kaçınıldı:
 
Modern Bilim, insan ruhu, korku ve yalnızlık duygularını, ihtirasları, doğru ve yanlış hakkındaki kanaatleri, doğrudan ihtiva etmiyor. Yalnız bu gerçeklere temas eden Fizyolojik tezahürleri içine alıyor.
 
Holistik Yaklaşım, Tabiatta ve onun orijinal ilk birliğinde, organik bir bütünlüğü kabul eder. Aksine, Modern Bilim, insan, tabiat, madde, şuur ve fikirlerle eşya arasında bir ayrışma prensibi üzerine kuruldu. Bu, “Mutlak Hakikat”e ulaşılma iradesinin terk edilmesidir!
 
Kant’tan Ogüst Komt’a kadar filozoflar, dinden bağımsızlaşmış, insanın yaptığıyla, olduğuyla, tanıdığıyla bir dünya anlayışı hazırlamışlardır. Eğer Allah ve Din onların konuşmalarında tamamen kaybolmamışsa, bunun sebebi, bu sefer, insanın “Tanrılık” makamında yorumlanmasıdır.
 
Din hiçbir zaman, insanın ahlâkî gücünde, bir vasıta olmamıştır. İncil, ahlâk anlayışı ile mülahaza edilir, fakat hiçbir zaman ahlâkın kaynağı değildir.
 
İnsanın bu görünüşü, demek ki, Allah’a karşı bir bağımsızlığı beraberinde getirmiştir. Çünkü insanın değeri, bütün dinî bağlamların dışındadır.
 
Felsefenin, 17. yüzyılda Teknik ve Bilim İnkılâbı ve 18. yüzyıldaki Hümanist İhtilalinden itibaren, modern dünyada, metafizik ve ruhçuluğun yıkıldığını gördük.
 
Şimdi de çağdaş dünyada değerler kaybının bir başka sebebini görelim:
 
Burada, 20. yüzyılda iki düşman cereyanın zıtlaşmasıyla kurulan tehdit, inkâr edilemez:
 
Kapitalizm ve Komünizm gerçekten din prensiplerine aykırı ve en köklü, kışkırtıcı, iki ideolojidir.
 
Avrupa’da son yüzyılların tarihi, ruhçuluğun artarak kayboluş periyodudur: Komünist ideoloji, dinî değerlerle savaştı, sonra Kapitalist Dünya, onları insanlara unutturdu.
 
Batı emperyalizminin ilk etkisi, inancı zayıflatmak olmuştur.
 
Kapitalizmin temel anlayışı, Sartre’ın dile getirdiği “Cennet benim, başkaları cehennemdir” formülüyle ifade edilir. Bu formül, Emperyalizme kadar götüren sömürmenin temel felsefesidir. Kapitalizm toplumu ezer, böylece fert de ezilmiş olur. Komünizm ferdi ezer, dolayısıyla toplum da ezilmiş olur.
 
İslam ise ferde, toplumu ezmeyeceği bir sınıra kadar Hak tanır. Toplumun da bir hakkı vardır. Toplumun hakkı, ferdin hürriyetini bozmayacağı sınıra kadardır. İslam toplumunda servet, birkaç kişinin elinde toplanmıyor! İstifçilik, vurgunculuk yasaklanmıştır. Devlet Müslüman olsun olmasın herkese asgari bir ücret sağlamakla sorumludur. İslam toplumunda sömürülen bir Prolöterya ve sömüren bir Burjuvazi söz konusu değildir. Faiz yasağı, Miras kanunu ile mülkün bölünmesi, yoksullara ve muhtaçlara sağlanan zekât vergisi makul bir sistemi gerçekleştirmiştir.
 
Kapitalizm’de bir eşyayı, bir malı, bir tabiat parçasını, ele geçiren insan, o eşyanın ve o tabiat parçasının İlâhı oluyor. Artık o eşya üzerinde, o kişiden başkasının ve başka bir gücün hakkı yoktur.
 
Bu, Batı Medeniyetinin, Hıristiyanlığın özünde yaptığı değişiklikten doğmuştur. Allah’ın ancak Ruhi tasarrufa gücü vardır. Adeta Eşya Düzenine karışmaz. Bu felsefenin temelinde Allah’ı tanımamak yatar. Kapitalizm’de insanın eşya gibi telakki edilmesi, bu anlayıştan kaynaklanıyor.
 
Kapitalizmin insanı eşya gibi telakki etmesi, Eski Yunan Felsefesinin Rönesans’la birlikte çağımızda dirilişidir. Sosyalizm, prensipte Eşitlik, Kardeşlik ilkelerini taşır. Uygulanışı ve oluşmuş ekonomik yapısı olan Komünizm ise insanı eşya sırasına sokmuştur.
 
Eski Yunan”da sanat ve felsefe o kadar ileri olmasına rağmen Site dışındakiler Yabancı sayılıyor ve yunan asıllı olmayanlara insan gözüyle bakılmıyordu. Bir yabancının Yunan inanç ve hayat tarzını benimsemesi, ona Eşit sayılması hakkını sağlamıyordu.
 
Sokrat’ın, toplumun yanlış inanç ve kötü geleneklerini sarsması, başarıya ulaşsaydı, İnsanlıkla Yunanlılar arasındaki duvarın yıkılmasına ve ikisinin bir hizaya gelmesine sebep olacaktı. Onu, din düşmanlığı yapmakla ve gençlerin ahlâkını bozmakla suçladılar.
 
Romalıların Hıristiyanlıkta en çok kabul etmedikleri nokta, bir köle ile bir Romalının kardeş sayılabilmesiydi.
Kapitalizm, kendisini Romalılık duygusundan kurtaramıyor.
 
Bediüzzaman, Dünya’da içinden çıkılamaz gibi görünen “İnsanlık Krizi”ni,“Şualar” kitabında bir analize dayandırıyor:
“Fransız İhtilalinde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüt etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden aşıladığı fikir, bilahare Bolşevikliğe inkılâp etti. Ve Bolşeviklik dahî çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeti bozduğundan; elbette ektikleri tohumlar, hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünkü insan kalbinden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir. Daha siyasetle idare edilmez!”
 
İnsan, egosunun dışında hiçbir endişe taşımadan “Ân”ını yaşamaya başladığında, aklı artık, mutlağı teneffüs edecek ve âlemşümul değerleri kavrayacak kabiliyette değildir. Fakat bu bir Mantık Yanılgısıdır, rahatın tek bencil Arzusuna, menfaat Kanununa boyun eğmektir. Kant buna “İmperatifs Hypothetiques”, farazî zorlamalar diyordu. “Nefs-i emmare”ye tekabül ediyor.
İslâmın eşya ve insan telakkisi, mülkiyet anlayışı komünist ve kapitalist doktrinden tamamen farklıdır. İnsan, insana ve eşyaya bakarken, insanın ve eşyanın Yaratıcısını unutmamak durumundadır. “Mutlak anlamda insan da eşya da O’na aittir. Mülk başkasınındır, O Mâlik hem Hakîmdir, abes iş yapmaz, hem Rahîmdir.”
 
Program öğleden sonra, Dr. İsmail Benek tarafından Bediüzzaman’ın batı medeniyeti ile İslam medeniyetinin hayat prensiplerini karşılaştırarak İslam medeniyetinin hak, adalet, tevazün/eşitlik, fazilet, muhabbet, tecazüb/çekicilik, rabıta-i dini, müsalemet/güven, uhuvvet/kardeşlik, haricin tecavüzüne karşı tedafü/müdafaa, teavün/yardımlaşma, ittihad/birlik, tesanüd/dayanışma, hüda/Allah, insaniyeten terakki, ruhen tekamül/olgunlaşma konularında öğrenci, kamu yöneticisi, bilim adamı ve sivil toplum temsilcilerinden ne düşündükleri soruldu ve yüzlerce fikir alındı. Bu fikirlerden pratiğe yönelik çok projeler üretileceğine inanıyoruz.

 

- Reklam -