Barla ve Kitaplar

Eklenme Tarihi: 25 Ağustos 2015 | Güncelleme Tarihi: 23 Ocak 2017

Prof. Dr. Himmet UÇ’un Barla Lahikası Sempozyumu tebliğidir

Bediüzzaman bir müelliftir, kültürel ve yazarlık hayatının her döneminde kitap yazmaktan geri durmamıştır. 1889 dan 1922 ye kadar ilk dönem eserlerini kaleme almıştır. Bunların en önemlileri Arapça olarak yazdığı Kızıl İcaz, Otuz Bir Mart’ta yaptığı savunmayı kitaplaştırdığı Divan-ı Harb-i Örfi, Hutbe-i Şamiye, Münazarat, Muhakemat, Sünuhat, büyük tefsir örneği İşara tül İcaz ve Mesnevi-i Nuriye isimli eserleridir. Bu eserler onun hayatının zorunlukları ile kaleme alınmış, bazan savunma, bazan da birlikte olduğu topluluklar ve içtimaların yansıtmaları, sosyal ve dini arızalara karşı vermiş olduğu cevaplardan oluşur. Bunların içinde en önemli olan iki büyük eseridir, İşara tül İcaz ve Mesnrevi-i Nuriye. Yirmi iki yılda otuz beş eser yazılmıştır, bunların sistematik bir tasnifi olduğu söylenemez, hepsi farklı ihtiyaçlarla yazılmışlardır. İlk dönem hayatının heyecanlı ve velveleli izleri bu eserlerde izlenebilir. Bunlarda toplumsal bir toparlanmayı amaç edinmiştir ama, bu teşhis ve tedavi topyekün bir tasniften sonra ortaya çıkarılabilir.

İşaratü’l-İ’caz harpte savaşırken yazılmıştır. Tavrı aklın haricinde bir eser ve yazılış anı da beklenmedik ve rastlanmadık bir eserdir. Kendisi eserini tanıtır. İşaratü’l-İ’caz tefsiri Eski Harbi Umumi’nin birinci senesinde cephe-i harpte, me’hazsiz ve kitap mevcut olmadığı halde telif edilmiştir. Harp zamanının zaruretinden başka, dört sebebe binaen gayet muhtasar ve icazlı bir tarzda yazılmış, Fatiha ve nısf-ı evvel daha mücmel ve daha muhtasar kalmıştır. Evvela o zaman izaha müsaade etmiyordu. Eski Said icazlı ve kısa tabiratla ifade-i meram ediyordu. Saniyen, gayet zeki olan kendi talebelerinin derece-i fehimlerini düşünüyordu, başkalarının anlamalarını düşünmüyordu” Barla’da yazdığı eserlerinde ise Bediüzzaman özel bir zekâya ve anlayışa değil bütün topluma açmıştır ve bütün toplumun anlayacağı bir tarzda eserlerini kaleme almıştır. “ Ey kardeş benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilatıyla sekiz hikâyeciklerle birlik kaç hakikatı nefsimle beraber dinle” (Sözler, s. 27)

Onuncu sözün başında da yine muhataplarını bir sınıf olarak değil bir anonim topluluk olarak ortaya koyar. “Şu risalelerde teşbih ve temsilleri hikâyeler suretinde yazdığımın sebebi, hem teshil, hem hakaik-i İslamiye ne kadar makul, mütenasip, muhkem, mütesanid olduğunu göstermektir” (Sözler, s. 82) ilk eserlerinde muhatap zeki talebelerinin fehmi iken ikinci dönemde toplumun tamamıdır. Bu yüzden Barla’yı eserlerinin Risale-i Nur’ların zuhur merkezi olarak görür.

Bediüzzaman Barla’yı farklı bir cümle ifade eder, onu Risale-i Nur’un ortaya çıkış merkezi olarak görür. Şimdi bütün eserleri Risale-i Nur olarak ifade edilirse de Bediüzzaman Barla’yı intişar merkezi olarak görür. “Resailü’n-Nur’un merkezi intişarı olan Barla karyesinde“ (Şualar, s. 611) Risale-i Nur ismini önceki eserlerine vermemiş mi olur ki Barla’yı eserlerin intişar merkezi olarak görür. Barla’da telif edilen eserlerde bir dağınıklık yok, yazar önceki dönemlerde yer yer bahsettiği hakikatleri burada geliştirir ortaya bir eser külliyesi ile çıkar işte Risale-i Nur budur ve Barla’yı da bunların intişar merkezi olarak kendisi ifade eder. Bediüzzaman’ın önceki hayatında iradesinin kendi elinde olduğunu görürüz, ama Barla ve Barla’dan itibaren o bir mütaharrik-i bizzat değil bilvasıta müteharriktir. Gaybi ve cebri bir elin iticiliği ile Barla’ya getirilmiş, ona adeta “otur ve yaz“ denmiştir.

Barla’da yazılan eserlerden biri de Mektubat isimlidir. Bediüzzaman Barla’da Hulusi Abi ile her gün beraberdir, bir ün o ona, ikinci gün de o diğerine gider. Mektubat’ın yazılışında onun soruları önemli bir yer işgal eder. Barla’da yazılan Sözler ve Mektubat’ın telifinde iki önemli talebesinin tesirlerini anlatır. “Hulusi ise ahirdeki Sözler’in ve ekser mektubatın yazılmasına onun gayreti ve ciddiyeti en mühim bir sebeb olması ve Sabri’nin dahi Ondokuzuncu Mektup gibi bir sülüs-i Mektubat’ın yazılmasına sebeb onun samimi ve ciddi iştiyakı olmasıdır.“ (Barla, s. 20) Barla’da telif edilen iki eserin meydana gelmesinde Hulusi Abi ile birlikteliklerinin tesiri büyüktür bunu kendisi söyler, ancak bunun nasıl cereyan ettiği konusunda yani karşılıklı mütalaa ve yorumlar gaybidir. Hulusi Abi’yi hizmeti Kur’an’da muin olarak tayin edildiğini söylemesi de bu muinliğin nasıl olduğu konusunda yine bildiğimiz fazla bir şey yok.

Hulusi Bey ve Sabri Efendi için yazmış olduğu Mukaddime’de onların portresini çizer iki sahifelik Mukaddime’nin ana teması yine eserleri Sözler ve Mektubat üzerinde odaklanmıştır. İkisi için “Bir söz yazılsa kendileri yazmış ve telif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Sözlerin yazımında onlar daima birliktedirler ve eserin zuhurunu birlikte alkışlarlar. Onlar bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük en mühim maksatları o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’an’a hizmet biliyorlar.“ (Barla, s. 21) der. Hulusi Abi “Mektubatü’n-Nur’un birinci muhatabıdır” (Barla, s. 23)

Bediüzzaman Barla Lahikası’nı tanıtırken eserin risale-i Nur eserlerinin yani Mektubat, Sözler ve Lemaların satış, pazarlama, takdim ve eleştirilerinin mecmuası olduğunu belirtir. “Ve Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan Risalelerin satıcı ve dellallarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkan ve bir menzildir. Herbiri aldığı kıymettar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor. “Kıymettar mücevherat eserler konusundaki mülahazat ve takdirattır. Bediüzzaman eserlerini ilk talebelerine açmıştır bu dükkânda onlarda eserleri görüp beyanlarını ortaya koymuşlardır, lahikanın odağında ve merkezinde eserler yani Mektubat, Lemalar ve Sözler kitapları bulunur.

Barla dükkânının birinci muhatabı, dellalı ve satıcısı, takdirkârı Hulusi Abi’dir. Sözleri “kitab-ı Mübin’in nurlu lemaatı olarak“ vasfeder. Hulusi Bey’in Sözler’i medar-ı bahis ederek Bediüzzaman’ın görevinin henüz bitmediğini ifade etmesi de yine hareket noktasının Sözler olduğunu belirtir. Hulusi Bey alim bir insandır Sözler’in yaptığını ilk ve son şumüllü bir şekilde ifade eder. Sözler hakkındaki şu ifadeleri onun birici talebe olmasının bir medih değil bir zorunluk olduğunu ortaya koyar.” Çünkü müminlerin imanına kuvvet veren, gafilleri uyandıran, dalalete düşenlere rah-ı hidayeti gösteren, hükema-yı felasifeyi beht ve hayrette bırakan Kur’an-ı Mübinden nebean ve lemean eden o kudsi Sözler’in vücuduna vasıta oldunuz “ (Barla, s. 27) Filozofları şaşkınlık ve hayret içinde bıraktığını söylemesi onun yüksek bir muhatap olduğunu gösterir, çünkü filozofları şaşırtan bir yorum dünyası olması onun yani Hulusi Abi’nin mütefennin biri olduğunu gösterir ve “Hulusi gibi ehli fenden birinin ortaya atılmasını istemesi” de onun kıymetini ortaya koyar.

Hakikaten Bediüzzaman eserini bir dükkâna benzetmiş taleberi de dükkânda dolaştıklarında eserler hakkında mütalaalarını beyan ederler. Otuz Üçüncü Sözün Üçüncü Mevkıfını Hakkı Efendi ile birlikte mütalaa ederler ve eserin “çok âli mefhumu olduğunu“ söylerler, Hulusi Abi kendini “tavsife aciz bir kudrette“ olduğunu söyler. Doktor Kemal’in Mirac hakkındaki kanaatini nakleder. “Eserin pek büyük kıymetini takdir etmek için İslam olmağa bile lüzum yok, insan olmak kâfi“dir. Kendini sözlerin takdirine yetersiz görür. “O muazzam sözlere sönük yazılarımla kabiliyetimin azlığı, istidadımın kısalığı, iktidarımın noksanlığıyla beraber .. o nurlu sözler ayarında kelimelerden mürekkep cümlelerle size maruzatta bulunmak isterim. Fakat biliyorsunuz ki yok, niyetime göre muamelede bulununuz.” (Barla, s. 32)

Hulusi Bey yine Mektubat ve Sözler’in ikna ve ilzamdaki gücünü beyan eder. Bütün Risalet ün Nur ve Mektubatü’n-Nur ihtiyac-ı zamana göre her sınıf ve erbab-ı din ve hatta müfrit muannid olmamak şartı ile dinsizleri bile ilzam ve ikna edecek derecededirler.” (Barla, s. 38) Abdülmecit Ağabey’in yorumları da Hulusi Abi’ye ait yönleri olan bir metindir.” Bu eserler bütün sınıflara ve cemaatlara daima mazhar –ı takdir oluyor. Kim görse istihsan eder. Fakat derecat-ı takdir derecat-ı fehm gibi mütefavit ve müteaddiddir. Herkes derece-i fehmine göre takdir edebilir.” (Barla, s. 38) Bu cümle tam bir âlimin ağzından çıkmış bir estetik eleştiri kuralıdır. Yıllardır aynı metinlere aynı fehm derecesi ile bakan insanlar yeni şeyler göremezler.

Kardeşinin oğlu Abdurrahman Onuncu Söz’ü okumuş bir süre sonra vefat etmiştir. Bediüzzaman onun mektubunun altına koyduğu haşiyede anlatır. “ Demek Onuncu söz onun hakkında bir mürşid-i hakiki hükmüne geçmiştir. Birden onu derece-i velayete çıkararak… Onuncu söz eline geçmiş, çok azim istifade edip sekiz sene zarfında aldığı bütün kirleri onunla silmiştir.” (Barla, s. 40)

Sabri Efendi Ondokuzuncu Mektubu okumuş takdirlerini anlatır, en etkileyici cümleleri şunlar: ”Yalnız şu noktayı hissettim ki o vekayi de siz cismen değilse de fakat ruhen Server-i Kâinat Efendimiz hazretleriyle beraber idiniz tasavvur ediyorum. Zira o vekayi-i mezkurenin künyesiyle mevkiiyle ananesiyle katiyyen müşahade ve ol vecihle nakl ve tahrir buyurduğunuza kani ve kailim.” (Barla, s. 41) On Altıncı Mektub’u Atabey’e götürmüş amcazadesi Zühtü Efendi çok etkilenmiş ve ekser ihvanını da ağlatmıştır. (Barla, s. 41) Sabri Efendi Otuzuncu Söz için şu takdirkâr cümleleri kullanır: “Müşrik ve münkirleri mağlub ve ilzam eden ve son sistem malzeme-i cihadiye-i vahdaniyeyi havi ve cami, kuvvet ve resaneti çelik kıymet ve ehemmiyeti elmas ve cevahir ve akik bir kala-misal olan Otuzuncu Söz.” (Barla, s. 42) Sözleri okuduğu bir yıl içinde kendisindeki değişmeleri anlatır. “Sözler sayesinde şu bir seneyi mütecaviz bir müddetten beri şevk ve taallüm, inayetle tefeyyüz, tergib ile tenevvür, hahişle tellezzüz, işaretle tahalluk, tedriçle tekemmül tarikında ilerlemeğe sai bulunduğum bu muayyen müddetin bir gününe sabıkan geçirmiş olduğum umum hayatımın bile mukabil alamayacağı kanaatindeyim” (Barla, s. 43) Daha sonra iki yıl mütalaa ettiği eserler hakkında kazandıklarını şerheder.“ Hamdenlillah şu şehr-i rahmet ve mağfirette inayet-i Rabbaniye ve muavenet-i Peygamberiyeye ve himemat ve daavat-ı Üstadaneleri bereketiyle sermaye-i ilmiye–i evveliye-i bendeganemin yüzde doksan dokuz derecede yükseldiğini fehmettim. O menabi-i ilmiye ve temsilat-ı hakikiye, meclislerimi o kadar tezyin ve tenvir etmektedir ki arzetmekten acizim.” (Barla, s. 43) İlimde yüzde doksan dokuz bir yeni kazanımları olduğunu belirtir. Bediüzzaman’ın temsilleri ve meclislerinden ruhu ve manası süslenmiş ve aydınlanmıştır. Sözler’i “bir bahr-ı muhit-i nur“ olarak ifade eder. Yirmi Sekizinci Söz’den de aynı şekilde etkilenmiş onun hakikatlerini hakaik-i namütenahi olarak ifade eder. Bediüzzaman Kur’an’ın farklı kapılarından o hakikat deryasına girerek cennetin hakaikini keşfetmiştir. Yine Sabri Efendi Sözler için “Sözler’deki âli ve azim üslub ve gayeler bu abd-i pürkusuru ihya ve adeta basübadelmevte getirdi.” (Barla, s. 44) der.

Sabri Efendi’nin Yirminci Mektup hakkındaki tesbitleri Risale-i Nur’lara olan şumüllü bakış açısını ortaya koyar. Onu Risale-i Nur’ların hülasası, zübdesi, menbaı olarak görür. “Bu Mektub-ı azimü’l-mefhum şimdiye kadar tesyar buyurulan umum Nur Risalelerinin hülasatü’l-hülasa zübdesi ve menba-ı amiki olduğu”dur. O kadar bu mektuptan etkilenmiştir ki Üstad’dan ilm-i kelam tahsil etmek dahi istediğini belirtir. Birinci sözün gelenekten farkını anlatır. “Birinci Söz’de Besmelenin derece-i ehemmiyeti ve suret-i temsiliyesi şayan-ı takdir ve hayrettir. Öteden beri her kitabın iptidasında Besmele, Hamdele, Selvele’nin zikrinin vücubu hoca efendilerimiz tarafından beyan edilmiş ise de bu gibi nefsi istak edecek bir temsil işitilmediğinden bu derece zihinde tekarrür ve temerküz etmemişti. Besmele sözü olan Birinci Söz’de ne kadar musib ve manidar olduğunu insan olan takdir eder.“ (Barla, s. 45)

Refet Bey mektubunda Sözler’in dikkatle okunmasını tavsiye eder. ”Sözler’imiz mürşidane ve çok yüksek olduğundan gayet dikkatli ve tahlil edilerek okunması icab ediyor. Serdeylediğiniz delail-i akliye ve mantıkiye o kadar tatlı ve hayret-bahştır ki insan okudukça okuyor ve namütenahi bir zevk-i manevi hissederek hiç elinden bırakmak istemiyor. Bu sebeble bir defa okumak kâfi değil. Hepsi yanında bulunup daima okumalıdır.”(Barla, s. 53)

Sabri Bey Onuncu Söz için “Menba-i hakikisi bulunan Furkan-ı mübinden tam bir feyz alan ve emsali görülmemiş bir şahaser olduğunu anladım. Binaenaleyh havass ve havassü’l-havas dikkatle onu mütalaa ederlerse daha ne derecelerde hakaik-i ilahiye ve maarif-i Rabbaniye müşahade ederek iktisab-ı füyuzat edeceklerini tahmin edemem. .. Furkan-ı Mübin’in feyziyle Sözler’inin her birini herkese görmek müyesser olmayan gayet dakik ve amik beyanat-ı harikalarını röntgen makinası ile temsil ediyorum.” (Barla, s. 57) der.

Hüsrev Abi Sözlerin emsalsizliğini ve birdenbire kavramak gücünü kendinde bulamadığını anlatır: “Şimdiye kadar emsaline tesadüf etmediğim bu güzel ve yüksek Sözler’i birdenbire kavramak herkese müyesser olamayacağı için affımı rica ediyorum“ (Barla, s. 57) Gerek Refet Abi, gerek Hüsrev Abi anlama zorunluğuna dikkat ederler. Hüsrev Abi eserlerin özelliklerine hayranlığını söyler: “Risalelerin yüksekliğine ve güzelliğine ve latifliğine kısa aklım ile ve zaif idrakimle hayrette kaldığım ..” (Barla, s. 57)

Barla Lahikası Bediüzzaman’ın Barla’da yazdığı eserlerin ilk okuyucuları dava arkadaşları tarafından okunması ile meydana gelmiş bir takdir ve eleştiri mecmuasıdır. Çünkü o zamanda cemaatin başka sorunları yok gibidir. Bu yüzden Bediüzzaman eserini “Risalelerin satıcı ve dellallarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve menzil olarak görür.“

Özellikle Doktor Yusuf Kemal’in eserlerden etkilenmeleri farklı bir idrak düzeyinde olduğunun delilleridir. Bediüzzaman eseri kendinden istemiştir, o da yalvararak eseri bir hafta sonra verebileceğini söyler. Eser sahibinin temsillerini defalarca okumak istediğini vurgular, onları büyük mantık ve büyük müskit beyan, tarz-ı telakki olarak görür. Dini akidelerinde azim bir inkılâp olduğunu söyler. Mana ve mefhumları tamamıyla kavramak iktidarından aciz olduğunu belirtir. İrşad-ı aliyelerini unutulmaz olarak değerlendirir.” Mezarıma kadar dini akidelerinizin esiri ve kurbanıyım.” der Dini muhayyilesinin cidden değiştiğini beyan eder.

Hulusi Abi Sözler’e Eğridir’de rastlamıştır ve onda büyük değişime sebeb olmuştur. Sözler’in hasta toplumda meydana getirdiği terapileri anlatır, bunların kaynağının Kuran olduğunu belirtir. Refet Ağabey 25. Söz ve 19. Mektub’u okumuştur. Takdirlerini anlatır: “İcaz-ı Kur’an elhak bir şahaserdir. İhtiva ettiği hayret bahş hakaik itibariyle asar-ı aliyenizin en mühimmidir. Mucizat-ı Ahmediyeyi okudum, çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymettar bir eserdir.“ (Barla, s. 65)

Mektuplarda eserler hakkındaki beyanların bir kısmı genel takdirler ihtiva ederler. Müşahhas eser ismi verilerek yapılan eleştiriler umumiyetle Hulusi, Refet ve Sabri Abi’nin değerlendirmeleridir.

Muallim Ahmet Galib’in şiiri de Bediüzzaman’ın Sözler’i hakkında ayrıntılı ve önemli bir takdir yazısıdır. Şairin derinlikli olarak eserlere vakıf olduğunu ortaya koyar. Lemalar’la ilgili eleştiriler ve değerlendirmeler eserde görebildiğim kadarı onlara göre daha azdır. Ağırlık Mektubat ve Sözler’ye ait değerlendirmelerden oluşur, daha çok da eserin ilk kısımlarında bu müşahhas eleştirileri görürüz.

Hüsrev Abi Mirkat üs Sünne lemaları hakkında izlenimlerini nakleder. “Onbir nüktesinden her bir nüktesi başka bir hüsün ve başka bir letafette yazılmakla beraber, ittiba-ı sünnetin maddi ve manevi fevaidi tadad edilirken akıl açılan kapılardan içeri giriyor. Her kapının içerisinde bulunan kapılar ve pencerelerden bakarak gördüğü hakikatler karşısında hayran oluyor. Gösterdiği deliller ile muterizlerin itirazlarına mükemmel ve muntazam cevaplar vermekle mukabele ediyor.“ (Barla, s. 174) Hüsrev Ağabey bu bahsi kardeşlere çok defa okumuştur. Hafız Ali Ağabey de yine aynı lema hakkında kanaatlerini söyler. “Bu risale diğer Tevhid’e dair büyük risalelerin bir büyük kardeşi olabilir. Ayrıntılı olarak işaretler konusunda intibalarını ifade eder. Sabri Ağabey de bu risale konusunda izlenimlerini nakleder ancak bunlar genel yorumlardır. (Barla s. 181) Başka bir mektubunda bu eseri “maraz-ı vesvesenin iksir bir ilacıdır” (Barla, s. 182) der. Hulusi Abi Hikmetü’l-İstiaze konusunda fikir beyan etmez, ihtisaslarının arza mukdedir olmadığını belirtir. Beşinci Lema’nın onbir nüktesini manidar bulur. Bunlarla uğraşırken Abdülkadir Geylani’yi rüyasında görür ve meşguliyetinin makbuliyetine hamleder. Otuz birinci mektup, Onüç ve Ondördüncü lemaları kıymetli bulur takdimine mukdedir olmadığını söyler. (Barla, s. 198)

Hulusi Ağabey Mektubat ve Sözlerin muhitteki tesirlerini anlatır: “Mübarek Sözler ve Mektuplar tamamen olmasa bile bu muhitte de hem de yazılmadan hayli intişar etmişler. Civar vilayet ve kazalarında bu asarı görmek ve işitmek isteyenler çok varmış. Fesubhanallah bu kadar cüzi ve nakıs hizmetten bu derece faide elde edilmesi de gösteriyor ki bu Sözler ve Mektuplar hakikaten Nur isminin tecellileridir ki suhuletle intişar ediyorlar.“ (Barla, s. 244)

Bediüzzaman Hulusi Bey’e bir hitabında Sözler telifinin bitmesi ile eseri hakkında ifşaatlarda bulunur. “Otuzüçüncü Söz’den başka söz yazılmak ihtiyacı kalmadı. Hem şeran çok mübarek bu otuz üç adetten bazı esbaba binaen vazgeçmeyeceğim. Hem de hakaik-i esasiye-i Kur’aniye ve imaniyenin elzem ve lazım olan kısımları hemen ekseriyet-i mutlaka itibariyle yazılmıştır. Yazılanlar dalalet bulutlarını dağıtmaya kâfidirler. Her derdin devası içinde var demeyeceğim, fakat mühlik dertlerin ağleb davası yazılanlarda vardır. Siz onların mütalaasını kıymetter bir ibadet olan tefekkür neviinde telakki ediniz. Ve onlardaki ilm-i envar-ı imandan ve marifetullahtan tasavvur ediniz ki usanç vermesin. Hem sizde ve müstemiinde iştiyak olduğu zaman okuyunuz.“ (Barla, s. 251) Bediüzzaman hastalıklara terapi türünden eserler yazmış demek ki kafasında bir planı uygulamayı esas almış ve onu gerçekleştirmiştir.

Bunlar ayrıntılı ve vakıfane yazılmış değerlendirmelerdir. Bediüzzaman da bu niteliklerinden dolayı onları eserine almıştır.

 

- Reklam -